Skip to main content
okuma zamanı
dakika
okunmuş

Osmanlidan TC'ye Etnik Arındırma, Soykırım, Suni Türk Devletinin Oluşumu

Sun, 10/11/2020 - 23:52
1 comment

Osmanlıdan TC’ye Etnik Arındırma, Soykırım

Suni Türk Ulusunun Oluşumu

Brahim Ziravav

 

Bu yazıda kısaca Osmanlıdan günümüze  milletler politikasını irdelemeye çalışacağız.  Bu sadece geçmişte olup biteni anlamak açısından değil, bugünkü TC’nin Kürd politikasını anlamak ve gelecekte izleyeceğimiz yol ve yöntemlerimiz açısından da önem taşıyor.  

Osmanlı modern anlamda ulusal bir devlet değildir. Osmanlı içinde çok millet ve çok din olan bir hanedan devlettir.

Eskiden Osmanlı egemenliği altındaki topraklar üzerinde günümüzde hala devam eden ulusal mücadeleler ve etnik çatışmaları anlamak için  Osmanlıdaki köklerine inmemiz gerekir. Çünkü Osmanlı işgali sadece basit bir askeri işgal, yağma, talan değil, aynı zamanda “büyük ölçüde bir kolonizasyon hareketiydi” Son dönem de dahil, Balkanlarda ve önasyada yaşanan etnik çatışmaların kökleri, 15. yüzyıldan  günümüze Osmanlı devletinin uyguladığı, yerinden etme, sürgün ve kolonizasyon uygulamalarına dayanmaktadır.(Ömer Lütfi Barkan, Türkiye’de Toprak Meselesi)

Osmanlı Beyliğinin yerleşmesi, 1301 ile 1337 yıları arasında İzmitin işgaliyle, Bizansın Küçük Asya üzerindeki egemenliği kırıldı. Bizans’ın iç bunalımı Türk saldırılarından  önce başlar. Bizans’ta da 12. Yüzyıldan itibaren Batı Avrupa derebeyliklerinin feodalitesininin benzeri askeri aristokrasi ve güçlü toprak sahipleri başına buyruk olma hareketleri daha sonra ademi merkeziyetçi sisteme doğru bir evrilme başlar. Türk işgalini hızlandıran başlıca faktör Bizans imparatorluğunun içten çökmesi ve çözülmesidir. Bizansın karşı karşıya kaldığı zorluklar ve iç savaşlar nedeniyle yardıma çağırdığı Türkler Geliboluyu ele geçirdi ve Balkanları işgale başladı (1354).(Nikos Svoronos, Çağdaş Hellen Tarihine Bakış, sf 5  Birinci Baskı: Kasım 1988. Ayrıca Bulgaristan tarihi, Nikolay Todorov, öncü kitabevi Birinci Baskı Eylül 1979) Osmanlı imparatorluğunun Balkanlardaki varlığı 14. yüzyıldan başlar 20 yüzyılın erken dönemlerine kadar sürer. İşgal ve sömürgeleştirme, şiddet temelinde olduğu gibi daha sonra kopuşlar da şiddet temelinde olmuştur.

Osmanlı imparatorluğu nüfus hareketleriyle demografik yapıyı değiştirmek,” teba” üzerinde siyasi kontrolü sağlamak için zorunlu iskan yöntemine başvurdu. Müslümanlaştırma ve Türkleştirmeyi hedefledi. Feodalizmde temel üretim aracı toprak ve temel üretim gücü köylü olduğu için varolan derebeyliklerin malikanelerine el koydu, buradaki toplum statüsünü, toplumsal dokuyu bozdu, siyasi ve ekonomik olarak kendine göre timar toprak sistemini şekillendirdi. Verimli sulak arazilere, vadilere, ekim yapılacak alanlara, ovalara el koydu ve yeni nüfus yerleştirdi. Buradaki yerli halk dağlara kaçtı. Derken ovalar, ekilen alanlar, çiftlikler Türk- Müslümanlar, dağlar ve ulaşılmayan alanlarda yerli halk Hıristiyanlar yaşamaya başladı. Yerli halkın bir kısmı kul (toprak kölesi) veya reya statüsünü kabul ederek toprağa bağlı olarak çalışmaya başladı. Bir kısmı din değiştirmek zorunda kaldı.  Bu sadece Balkanlarda değil, Osmanlı devletinin işgal ettiği bütün topraklarda benzer uygulamalar sürdü.

Bunun istisnası, sınır boyları ve coğrafik engeller nedeniyle Osmanlının tam hakimiyet kuramadığı alanlardır. Sınırda rakip  güçlü bir  devlet varsa o devlete karşı yerli toplumun gücünü yanına almak için   onların ya eskiden gelen özerk statülerini sürdürmelerine gözyummuş ya da fiili özerklikler tanımış ve yıllık vergilere bağlamıştır. Ama uygun bulduğu ortamda bu yerel beyliklere saldırmış,  egemenliklerini ortadan kaldırmış, kılıçtan geçirmiş ve onları topraklarından etmiş, uzak diyarlara sürmüştür. Kuşkusuz Osmanlı devletine karşı çok sayıda başkaldırı olmuştur. Osmanlılar bu tür isyanları şiddetle bastırmış, yeniden işgal etmiştir. Osmanlıda yeniden yeniden işgal tekrarlanan bir politikadır. Ama 17. Ve 18.yüzyıllardan itibaren başlayan hareketlerin nitelikleri milli bir karektere bürününce durum değişmiştir.

  

15. yüzyıl sonları ve 16. Yüzyıl başlarında Avrupa ölçekli dünya ekonomisi olgusu ortaya çıkar. Bu yeni bir siyasi ve sosyal dünya sistemi idi. Bu bir imparatorluk değildi. İmparatorluklar farklı kültür ve yapıları içinde barındırırlar. İmparatorlukların merkeziyetçi yapısı vergi ve gelirleri merkezde toplarlar. Politik imparatorluk ilkel bir ekonomik hakimiyet aracıdır. Her ne kadar daha önceleri tarihte Roma vb. imparatorluklar kurulsa da bu bir bütün olarak dünya ekonomisi değildi. Dünya ekonomisi modern dünyanın bir icadıdır. Kapitalizm karlı bir artı-değeri dağıtıma sunuyor. İmparatorluk ise bir haraç toplama mekanizmasıdır.

Hiç bir hanedan ulusal devlet kurmak için yola çıkmamıştır. Sınırsız büyümeyi hedeflese de yönetmede yetmezlik ve açmazlarla yüzyüze gelmiştir. Bir ulus-devlet, az çok homojen bir ulusal toplum üzerinde bir bölgede veya ülkede kurulan siyasi birimdir. Kapitalist Dünya ekonomisi temeli üzerinde oluşan siyasi ve sosyal dünya sisteminde, ulusal toplum ve ulusal devlet kaçınılmaz, vazgeçilmez zorunlu bir yapılanmadır.

Dünya çapında başlayan sanayileşme ile birlikte modern anlamda uluslaşma ve ulusal devletler oluşmaya başladı. 16. Yüzyıldan başlayan ulusal devlet modeli, giderek 1648 westfalia antlaşmasıyla belirlenen karar ve ilkelerle, ulusları temel alan bir uluslararası sistem oluştu. 18. Ve 19. Yüzyıl boyunca ulusal devletlerin kurulması ve siyasi model olarak gelişmesi 20.ve 21. Yüzyıl boyunca da sürmektedir.

19.yy da Fransız devriminin etkisiyle dünya genelinde ulusal hareketler yaygınlaştı. Güney Amerika’da Simon Bolivar İspanya sömürgeciliğine karşı mücadeleyi yükseltti. Aslen ispanyol soyundan gelenler oralı olmuş artık İspanya’ya başkaldırır duruma gelmişlerdi. Doğu Avrupada ulusal hareketler başladı. Örneğin Polonya Rusyaya karşı uzun sürecek ulusal harekete girişti.

 Bir milletler ve milliyetler hapishanesi olan Osmanlıların dünyadaki gelişmelerin dışında kalması düşünülemez. Tarım toplum modelini veya merkezi –askeri-feodal- sömürgeci yapısını koruması ve devam ettirmesi mümkün değildir.  Doğanın ve toplumun kanunu, eski toplumların çözülüp dağılması ve çökmesi kaçınılmazdır. Yeni üretim sistemine göre yeni toplum modelleri ve yeni devlet biçimleri oluşacak. Bu durum, Osmanlı boyunduruğu altındaki ulusları harekete geçirdi ve ulusal bağımsızlık  mücadeleleri başladı.

Osmanlıların merkezi-askeri feodal sömürgeci klasik dönemini bir tarafa bırakırsak 18.yüzyıldan itibaren uluslaşma süreci başladı. Türkler Osmanlı’da  kendilerini  egemen etnisite olarak gördüklerinden devletin hakimiyetini savunuyordu. Bu bakımdan Türk milliyetçiliği doğuşu itibariyle sömürgeci (emperyalist) baskıcı, şöven  ve gerici bir karektere sahipti. Osmanlı boyunduruğu altında yaşayan milletler ise Osmanlıya karşı ulusal bağımsızlığı hedeflediklerinden ilerici bir muhtevaya sahipti. İki hareket birbirine karşıt  gelişiyordu. Ulusal devrimler sömürgeci karşı- devrimi birlikte geliştiriyordu. Osmanlı bu ulusal bağımsızlık hareketlerine rasyonel  çözüm bulmak yerine şiddetle bastırma, direniş dinamizmini yoketme yolunu seçti. Çok kanlı bir süreç yaşandı. Osmanlı soykırım yaptı etnisite mühendisliği ile “suni bir türk ulusu”yaratma yoluna başvurdu. Savaş ve insanlık suçu işledi.

Bazıları da Osmanlı ve devamı olan Türk devletinin suçunu aklamak için “ulusal devlet” oluşumunun dünya genelinde homojen ulus oluşturmak için bu türden katliamlara yol açtığını ileri sürerler. Başkaları da yaptığına göre işlenen suçu genelleştirerek nötürleştirmeye çalışırlar. Hiç kuşkusuz dünya genelinde etnik çatışmalar, devletler arası savaşlar olmuştur. Ama muazzam donanımlı bir devletin askeri gücü karşısında bir ulusun ulusal bağımsızlık mücadelesini, kanla bastırıp soykırım yapmak farklı şeylerdir. Bunun ilk örneklerini Osmanlılarda görürüz.

 2. Viyana kuşatmasında Osmanlıların yenilgisi Osmanlıların artık eskisi gibi at koşturamayacağı bölge halkları ve devletleri tarafından anlaşıldı.  Peşinden Karlofça ve Pasarofça yenilgi antlaşmaları geldi. Bu antlaşmaların geçici olmadığı yenilgi sürecinin başlangıcı olduğu görülecektir.  Osmanlı devleti eskisi gibi artık varlığını sürdüremez, değişmek zorundadır.  Osmanlı’da batılılaşma da bu dönemden sonra başlar.  Durum tam bir çelişkidir. Hem batıya karşı savaşacak hem de batılılaşacak. Kendini yenilmez ve kibirli gören Osmanlı, batı karşısında  yenilginin duygusal ve ruhsal bir çöküntüsünü hazmetmede zorluklar yaşadı. Büyük Kültür farklılıkları vardı. Milliyetçi akımın gelmesiyle Osmanlı’da her ulus farklılığını ortaya koydu. Bu da milletlerarasında ayrılığı derinleştirdi. Osmanlı Türk bakış açısına göre diğer milletler “iç düşman”, “hain” olarak telakki edildi.

Diğer taraftan Osmanlılarda ilk Yunan isyanı patlak verdi. Kendi uygarlık köklerini antik Yunan’a dayatan Avrupalılar arasında sempatiyle karşılandı. Halktaki bu sempati siyasi askeri fiili desteğe dönüştü. Navarın’de İngiliz, Fransız ve Rus desteği Osmanlı direnişini kırdı. Osmanlı Yunanistanın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı.

Osmanlı-Türk bakış açısıyla değişmez kalıp oluşmuştu:  Milletler, etnisiteler  “iç düşman”, İngiliz, Fransız, Ruslar “dış düşman”. Dış düşmanlar iç düşmanlar eliyle içeride karışıklık çıkarıyor sonra müdahale edip o toprakları bizden koparıyor anlayışı hakimdi. Halbuki sorunu bu şekilde ifade etmek temelden yanlıştı.

Osmanlı hanedanının işgal ettiği ülkeler bağımsızlık mücadelesi veriyor,  bağımsız devletini kurarak, ayrılma hakkını kullanıyordu.  Dünya devletlerinin desteğini aldılar ama hiç biri örneğin Rusya’nın ya da başka bir devletin işgaline girmedi ya da sömürgesi olmadı.

Yunanistan bağımsızlık mücadelesi diğer uluslara örnek oldu. Peşinden Sırplar, Bulgarlar benzer yolu izlediler.

1825-1832 yılları arasında Yunanistan bağımsız devletinin ilk temellerini attı.

Osmanlılar bir taraftan bu ulusal hareketlere şiddetle cevap verirken, batı devletlerinin zorlamasıyla diğer taraftan sözde reformlara başvurdu. 1839’da Tanzimat fermanıyla şimdiye kadar devletin üzerine bina edildiği prensipler bir tarafa bırakılarak, sözde “etnik ve dini” kökenlerden bağımsız bir vatandaşlık oluşturma doğrultusunda adımlar atıldı. Osmanlı kimliği altında “eşit vatandaşlık” vaad edildi.

Birincisi, bu adım çok gecikmişti, ikincisi Osmanli kimliği hiç bir şey getirmiyordu yani bir cazibesi yoktu. Sonuçta bu düzenlemeler vaadde kaldı. Pratikte bir uygulaması olmadı. Her milletin kendi  ulusal devletine kavuşması daha cazipti ve engellenemez tarihi  gidişattı.

Ayestefanos’ta Sırbistan bağımsızlığını kazanır. Bulgarların bağımsızlık mücadelesi yeni bir evreye girer.

William Ewart Gladstone “Bulgar Vahşeti ve Doğu Sorunu” adında bir broşür yazar. Türklerin eşi olmayan barbarlığını, uygarlığa bir kara leke olarak nitelemekte ve Bulgaristan kırımını anlatan Gladstone, Türklerin Avrupadan atılmasının zamanının geldiğini belirtir.  (1915 Siyaset, Tehcir, Soykırım, Aktaran Fikret Adanır sf. 33. Tarih Vakfı Yurt Yayınları,Birinci baskı Ekim 2015)

Osmanlılar gelişen ulusal  hareketleri tanımıyor ve hazmetmiyor, ihanet olarak değerlendiriyor. Ama diğer taraftan da devlet eliyle Türkleştirmeyi inşa ediyordu.

 

Yeni Yorum yaz

The comment language code.

Restricted HTML

  • Allowed HTML tags: <a href hreflang> <em> <strong> <cite> <blockquote cite> <code> <ul type> <ol start type> <li> <dl> <dt> <dd> <h2 id> <h3 id> <h4 id> <h5 id> <h6 id>
  • Lines and paragraphs break automatically.
  • Web page addresses and email addresses turn into links automatically.
CAPTCHA
This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.

Category