Skip to main content
okuma zamanı
dakika
okunmuş

ERMENİ SOYKIRIMI VE KÜRD SOYKIRIMI Kürd Ermeni İlişkileri Üzerine

Thu, 07/30/2020 - 23:47
1 comment

 

 

 

                                                                                

ERMENİ SOYKIRIMI VE KÜRD SOYKIRIMI

Kürd Ermeni İlişkileri Üzerine

Brahim Ziravav

 Harun ellerini keçinin başına koyacak ve İsrail oğullarının bütün haksızlıklarını, suçlarını, hatta     günahlarını itiraf edecek; hepsini keçiye yükleyecek. (Leviticis Kitabı, (16:20-22)                                           

İçinde yaşanılan anı ve siyasal faaliyetimizin anlamını ancak uzak bir gelecekten bakarsak daha iyi anlarız. Diğer bir deyişle bugünden geçmişe bakarsak, geçmişte olan bir olayı, faaliyetin içeriğini daha iyi anlamak ve anlamlandırmak, bugün ortaya çıkan sonuçları üzerinden okumak, daha anlaşılır olmasını mümkün kılar.  Bu bakış açısıyla, Ermeni Kürd ilişkilerine bugün gelinen noktadan geçmişe bir projektör tutmaya çalışalım.

Mesele Ermeniler şöyle  yaptı, Kürdler ise böyle yaptı diyerek karşılıklı birbirini suçlama ve hesaplaşma içine girme şeklinde ele alınamaz. “Tarih bugün için yolunu bulma, gelecek için çerçeve sunmak amacıyla geçmişi anlamanın bir sürecidir”. Bir gelecek perspektifiyle, bugünün yol arayışı, geçmişi süreci açığa çıkarma meselesidir.

Osmanlılar ve  devamı olan Türk devleti Ermenilere o güne kadar eşine rastlanmayan bir soykırım uyguladı. Bu bir tarihi realite, hiç bir şekilde inkar ve örtbas edilemez.

Ermeniler, henüz Osmanlı “hesabı”nda yokken,  aynı Osmanlı Kürdlere daha katmerli soykırımlar yaptı,  ama bu bilinmiyor ve dile getirilmiyor.                                                                                 

Ermeniler sayı olarak daha az olduğu için üç dönemde, bunu “köklü” bir şekilde Talat Paşa’nın deyimiyle Ermeni meselesini “halletti.”

Kürdlerin  ise geniş bir ülke, daha kalabalık bir nüfusa sahip olması nedeniyle 19 yüzyıldan günümüze zamana yayılmış “sessiz bir soykırım” olarak devam ediyor ama mesele hala “hallolmadı.”   

Soykırımı yapanlar  yaptığını inkar ederler, Osmanlı ve devamı olan TC de soykırımı inkar eder. Sonra bahaneler ileri sürer, sonra bir fail arar. Sonra “nahoş” olmayan olaylar varsa bu “yöredeki aşiretlerle” etnik bir çatışmadır der. Aşiretlerle kastedilen varlığı inkar edilen Kürdlerdir. “Kürd yoktur” ama suçlu aranınca oluşuverir. Osmanlı toprakları içinde Ermenilerin üçtebiri Kürdistan’dadır, peki ya üçte ikisine ne oldu?  Bu da sorunu izah etmede yetersiz kalır. Çerkesler ve Suriye çöllerinde ölenlere de Araplar dahil edilir. Bununla kalmaz kendine bağlı başka kanallardan Kürdleri “fail” gösterir ve Kürdlere bir rol biçer: “İştirak ettiler”. İşin garip tarafı soykırımı getirip Kürdlerin kapısına yıkmaları, bugünün değil TC bunu geçmişte de yapıyordu. Sonra buna “sol”dan sözcüler buldu. Mesela Ermeni ve Kürd soykırımları karşısında suskun kalan, Nazım Hikmet, Kemal Tahir vb. Kürdü suçlaması gibi..Şimdi de piyasaya yenilerini “eski argümanlar”la sürüyorlar.

Karar almada, soykırım planında ve organizasyonda  ve uygulamada yok ama “İştirak ettiler” diyerek Kürdleri soykırıma ortak etmek, zan altında bırakmak  yanlıştır. Bu “kurbana” “katil” demek gibi bir şey. Ortada ne bir Kürd iradesi veya karar mekanizması ne de Kürdlerin örgütlü bir gücü vardı.

Bunu Türkler söylüyorsa soykırım olayını örtbas etmek, olayı bölgede “etnik bir çatışma” gibi göstermek, faturayı Kürdlere çıkarmak, kendisini kamufle ederek aklamak için yapıyor.

Eğer bunu Ermeniler iddia ederse, ya Türklerin propagandasına “alet” oluyorlar ya da esas mesele Türklerle değil, Kürdleri “güçsüz”, “tarih bilinci olmayan bir ulus” olarak  gördüklerinden Kürdlerle “hesaplaşmak” istiyorlar, Kürdlerin ülkesi üzerine “tasarı” kuruyorlar.

Ermenilerin hiç kuşkusuz kendi ulusal özgürlükleri için mücadele etmeleri haklı. Ama Ermeni örgütleri, siyasi temsilcileri, mücadele seyri içinde büyük yanlışlar, stratejik ve taktik hatalar yaptılar. Benzer hataları dönemin Kürd yöneticileri de yaptı.  Kürd ve Ermeni ulusların önündeki en büyük engel, baş düşman olarak değerlendirilmesi gereken Osmanlı ve devamı Türk devletidir. Ve bu baş düşmana göre içerde ve dışarıda ittifak, güçbirlikleri olması gerekirdi. İki ulus Osmanlı ve Türk devletine karşı ittifak yapsaydı, acaba bugün sonuç böyle mi olurdu? Artık çok geç bir soru. Bugün bir yol bulmak için gerekli bir soru.

Ermeniler dünya güçlerinin desteğine sahiptiler. Ermeniler toplum olarak bir aydınlanma dönemi yaşadılar. Ayrıca Ermeniler örgütlüydü, Patriklik, Ermeni Meclisi yasal düzeyde tüm Ermenileri temsil etmekteydi ve Ermeni örgütleri Hınçak ve Taşnaksutyun dönemine göre bir adım önde idiler, Ermeni siyasi hayatında önemli değişiklikler yaptılar. Buna rağmen Ermeni örgütleri en büyük hataları tekrarladılar.

  1. Ermeni örgütlerinin hatası gücü oranında politika yapmamaları

  2. Osmanlılarla, İttihat ve Terakkiyle ittifak yapmaları, düşmanı kendine dost, dost olması gereken Kürdleri düşman saymaları. Dünya arenasında Kürdler aleyhinde aslı olmayan propagandalar yapmaları. Dünya güçlerinin “boş vaadlerine” bel bağlamaları.

Bu hatalar iki sonuca yolaçtı. Birincisi, Ermeni halkını barbar Türklere yem etti. İkincisi, Kürdleri bütün dünyadan izole etti. Bu da Kürdlere kaybettiren bir etmen oldu. Kürdlerin kaybetmesinin tek etmeni bu değil kuşkusuz, başka etmenleri de var. Ama özellikle dünya genelinde Kürdler hakkında “kötü” “vahşi” “kendini yönetemeyecek ve devlet sahibi olmayacak halk” imajını, Osmanlı devlet yöneticileri ile Ermeni örgütleri oluşturdu. Ermenilerin ise tek başına kazanma şansı yoktu. Hedefleriyle uyumlu, başarıyı getirecek  potansiyel kitle ve özgüçten yoksundu. Kürdistanı “Kürdsüzleştirme projesi” ile Kürdistan topraklarını “cahil” Kürdlerden alacağını ve üzerinde bir Ermenistan devleti kuracağını “hayal” etti. Öncelikle dünyadaki büyük güçlerin vaadlerine “bel bağlayarak”, onların  desteğine yaslanarak ve İtihat ve Terakki mütefikliğiyle yol almaya çalıştı. Kürdlerin potansiyelini küçümsedi ve düşman kutbuna koydu. Hem real politikada hem de siyasi hedeflerde gücüne ve nüfusuna göre bir politika değil, “ham hayaller” kurdu. Hem kendi sonunu hazırladı, Ermeni halkını barbar Türklere yem etti, hem de Kürdlere kaybettirdi.

Karşı karşıya kaldığımız bu sonuçlardan sonra, yaşanan tarihsel sürece bakalım.

Ermeni soykırımını tek başına değil, zincirin bir halkası olarak görmek gerekir. Bir olayı , olguyu bütün bağlantılarından koparırsan, onun önkoşullarını, nedenlerini, gelişim seyrini ve yolaçtığı sonuçlardan soyutlayark ele alırsan olay anlaşılmaz olur.

Ermeniler hesapta yokken önce  Kürd meselesi ve soykırımı vardı. Soykırım kavramı(Genocide) ikinci dünya savaşından sonra ortaya çıkmasına rağmen, uygulaması tarihte çok öncelere dayanır. Halk dilinde Kürdçe “Qirkirin” (kırım) toplu öldürmeyi ifade eder. Osmanlılar 19. Yüzyılın başından itibaren özerk olan Kürd Mirliklerini ortadan kaldırmak ve Kürdleri yokederek uluslaşma sürecini kesintiye uğratmak amacıyla  toplu bir katlima girişmiş durumda idi.  Ermeniler o dönem hesapta yoktu. Ne tehlike teşkil edecek bir nüfus potansiyeli ne de güçleri vardı.

 Öncesi müphem, yaklaşık olarak 11.yüzyıldan beri Ermenilerin Kürdistan toprakları üzerinde bir hükümranlığı, yani siyasi şekillenmesi, güçlü bir beylik iktidarı yoktur. (Klikya bölgesinde Haçlıların “krallık” ünvanı verdiği küçük bir beylik var).  Bütün Osmanlı topraklarına dağılmış durumdaydılar. Hatta yalnız Osmanlı da değil, İran ve Rusyaya da dağılmışlardı. Osmanlı’nın egemen olduğu topraklarda, ne geniş bir bölge üzerinde çoğunluğu oluşturan Ermeni nüfus, ne de tarihi bir ülkesi vardı.

 

Kürd Ermeni İlişkileri

Kürdlerle Ermeniler bin yıllara dayanan iç içe yan yana bir ilişki içerisinde yaşıyorlar. Tarihe baktığımızda Ermeni kaynakları esas alırsan son bin yıla yakın Kürdistan’da bir Ermeni siyasi şekillenmesi ve  iktidarı yok veya görünmüyor.  Ermeniler bir kısmı köylüler (reaya) bir kısmı esnaf ve zanaatkar olarak şehirlerde geçimini temin eden çok az bir kısmı ise toprak sahipleri idi. Kabileler halinde Kürdler arasında yaşıyorlardı. Ermeni kültürünü ve kimliğini koruyan Ermeni Manastırları ve Kiliseleriydi. Ermenilerin ibadet yerlerine Kürdler de kutsal bakarlar ve din adamlarına da saygı gösterirler ve onlara da kendi din adamları gibi değer verirler. Bu konuda çok ilginç hikayeler anlatılır.(1) İlişkiler genelde dostane ilişkilerdir. Bu demek değildir ki hiç sorunlar olmamıştır. Mutlaka çelişkiler, sorunlar olmuştur. Ama bu bir toplumu diğer toplama karşı düşmanca birbirini yokedecek bir ilişki olmamıştır. Toplumlar arası bir işbölümü vardır. Üretilen mallar karşılıklı değiş tokuş yapılmıştır.  Kürd mirliklerinin hükümranlığı altında yaşayan Ermeni köylüler Kürd Köylüleri gibi vergi verirler. Osmanlılar Kürdistanı işgal ettikten sonra Kürd Mirlikleriyle (hükümetçik) Osmanlı arasında yapılan antlaşma gereği uzun bir dönem bu ilişkiler sürmüştür. Osmanlılar bölgeye hakimiyet kurunca, Ermeniler, Osmanlı ve Kürdler arasında zamanla denge kurmaya çalışır. Zaman zaman egemen olan Osmanlıdan yana olur. Kürdistan topraklarına adım atınca  Kürdlerden yana görünür. Kısacası 19. Yüzyıla kadar  Kürdistan’da beyliklerin özerkliği son bulana kadar durumda ciddi bir değişiklik olmaz.

16. yy sonlarında 17. Yüzyıl başlarında Ermeniler bir taraftan Kürdlerle eski komşuluk ilişkilerini sürdürmek isterken diğer taraftan Osmanlıların bölgeye tam hakim olmasıyla  barış ve güvenliğe kavuşacağı ümidinde idiler. Ama o ümit hiç gerçekleşmedi. Kürdlerin dostane tutumunu Osmanlı idarecilerinde hiç göremiyeceklerdir. Kürdlerle yer yer sorunlar yaşamasına rağmen, hiç bir  zaman Osmanlıların imha edici niteliğinde olmamıştır.

Osmanlı’da Ulusal Hareketler  

1639 dan sonra Osmanlı yavaş yavaş Kürdistan’ın iç bölgelerine nüfuz etmeye başladı. Daha önce yapılan antlaşmalara bağlı kalmadı. Kürd beyliklerini birbirine karşı kullanmaya başladı. Osmanlı idaresi yavaş yavaş bölge üzerine egemenliğini kurarken Ermenilerden de faydalandı.

Dünya çapında sanayii toplumunun gelişmesiyle birlikte uluslaşma ve ulusal devlet süreci başladı. Fransız devriminin etkisiyle ulusal uyanış, ulus- devlet her yerde yaygınlaştı. Osmanlı devleti modern anlamda bir ulusal devlet değildi. Bir imparatorluktu. Çok millet ve çok din vardı. 18. Yüzyılla beraber Osmanlı imparatorluğunda ulusal uyanış  ve ulusal hareketler başladı. Balkanlarda başlayan ulusal hareketler Ermenileri ve Kürdleri de etkiledi.

Ermeniler 18. Yüzyıl ve 19. yüzyıl boyunca bölgeye gelen Hristiyan misyonerler tarafından açılan yüzlerce okulda eğitim gördü. Bu okullar Hıristiyan çocuklara yönelik genel de iki üç dille eğitim görüyordu. 19. yy başlarında İstanbul’da 50’nin üzerinde okul açılmışken, 19.yüzyıl sonlarına doğru Osmanlı topraklarında 707 civarındaydı. Daha sonra Şakir Paşa Ermeni isyanlarını bu misyoner okullarının hazırladığı üzerinde ısrarla durur.  (2)  Ermenilerin nüfusu bütün Osmanlı topraklarına yayılmıştı. İstanbul’da Patrikhane Osmanlı millet sistemine göre(Dini Cemaat sistemi) tanınıyordu. İstanbul Ermenilerin merkezi durumundaydı.  Ticaretle uğraşan kesim artık uluslar arasına açılıyordu. Çok sayıda Ermeni öğrenci Avrupa’da eğitim gördü. Avrupa’nın etkisiyle Yunan, Bulgar vs. olduğu gibi Ermeniler de ulusal bir aydınlanma dönemi yaşadı. Dünya klasikleri Ermeniceye çevrildi. 300 civarında süreli yayınları vardı. Tarih çalışmaları oldu. Ermenice okullar açıldı. Bu dönemden sonra Ermeni kültüründe, sanatında bir sıçrama yaşandı. Aynı dönemde Ermeni ulusal uyanışı gelişti.

Osmanlıda başlayan ulusal hareketlerle imparatorluk çözülmeye ve dağılmaya başladı. İlkin Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan’da başlayan toplumsal hak mücadeleleri henüz ayrılıp bağımsız devlet hedeflemiyordu. Ama Osmanlı devleti buraları fetih, zor ve savaşla işgal ve ilhak ettiğinden, buralardaki hakimiyetini korumada da zor ve şiddetten başka yol tanımıyordu. Kul ve teba gördüğü milletler sorununa siyasi bir çözüm bulmaktan öte, bunları devlet karşısında asla “siyasi muhatap” görmüyordu. Bugün de TC’nin aynı tutumu sürdürmesinin kökeni buradadır. Şiddete başvurup bu isyanları bastırdı ve büyük kırımlar yaptı. Bir örnek verirsek, bir dönem İngiltere Başbakanı olan ,W.E. Gladstone  “Bulgar Vahşeti “ broşüründe şöyle der:

“Türk ırkının geçmişte ve günümüzde ne olduğunu ana hatlarıyla özetlemeye çalışayım. Bu basit bir İslam meselesi değil, İslam ile bir ırkın çok özel doğasının bileşiminden kaynaklanan bir meseledir. Burada ne Hindistan’ın uysal Müslümanlarından, ne Suriye’nin şövalye ruhlu Selahaddin’lerinden, ne de Endülüs’ün kültürlü Araplarından söz ediyoruz. Konumuz, Avrupa’ya ilk ayak bastıkları o uğursuz günden bu yana insanlık düşmanlarının en zalimi olagelmiş acayip bir insan tipidir. Bunlar nereye gittilerse, arkalarında kalın bir kan izi bırakmışlardır; hakimiyetlerinin eriştiği yerlerde medeniyetten eser kalmamıştır.”(3)

 Buralardaki gayri müslim ulusların ulusal bağımsızlık hareketlerine sempatiyle bakan dünyanın büyük güçleri devreye girdi. Sırp, Yunan ve Bulgar ulusal bağımsızlık hareketlerine büyük destek verdiler. Osmanlı devletine ağır yenilgiler yaşattılar ve zor yoluyla Osmanlıyı buradan süpürüp çıkardılar. Bu desteğin etkisiyle Yunanlılar, Bulgarlar ve Sırplar ulusal bağımsızlığına kavuştular. . Bu ulusal devletler kuruluşuyla  Osmanlıyla beraber  yerleştirdiği Türk-müslüman unsurları da topraklarından attılar. Osmanlı, yaklaşık 500 yıl  egemenliği altında kalan bu toprakları kaybetmeyi kabullenemedi, teba, kul dediği milletler yönetici, kendileri yönetilen.. Bu ulusları “iç düşman”, dışardan yardım eden devletleri de “dış düşman” olarak değerlendirdi.

İmparatorluğu bir arada tutmak ve ömrünü uzatmak mümkün görünmüyordu. Rusya’dan gelen Yusuf Akçura vb. kişilerin Osmanlıya Türkçülük aşılamaları, yöneticiler ve batıda eğitim gören Jöntürkler, Osmanlı devletini bir arada tutmanın artık mümkün olmadığını anlamıştı.

Osmanlıdaki egemen etnik unsur Türkler bir taraftan sözde “Osmanlılık” kimliği ile imparatorluğu bir arada tutmaya çalışırken, diğer taraftan Türkçülük ve islamcılık ideolojileriyle “türk ulusunu” inşa ediyordu. Türkçülük ve islamcılık faşist ideolojinin iki kaynağıdır.  Batıda tutunamayan, topraklarını yitiren Osmanlı devleti yönünü Doğuya çevirdi.

Kürd Mirliklerinin Ortadan Kaldırılması

19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı devleti büyük ordularla Kürdistanı yeniden  işgale Kürd Mirliklerini ortadan kaldırmaya ve kendini güvenceye almak için Kürdistanı Türkleştirmeye girişti. Kürdler vargüçleriyle,  çok güçlü direnişler sergilediler. Bir yanıyla eski statülerini sürdürmeye ve varolmaya çalışırken, diğer yandan artık bir çok mirlikte ulusal uyanış, ulusal devletini kurmak için harekete geçtiler. Babanlar ilk ulusal direnişi ateşlemişti 1806 tarihinde. Bu dönemde Ermenilerin tavrı tamamen Osmanlı yanında yer almak oldu. Patrikhane aracılığıyla sürekli Kürdler hakkında şikayet mektupları gönderildi. Sözde sorunları Osmanlı sarayına şikayet ediyorlardı. Bu şikayet mektuplarını devlet Kürdlere saldırmak için bahane yapıyordu. Bu tür propaganda Avrupaya taşındı. Diğer yandan bir çok yerdeki Ermeniler Osmanlıların yanında saf tutarak Kürdlere karşı savaştılar.

 Malatya- Maraş Akçadağ Kürdleri.

Ermeniler bir çok kez Osmanlıların yanında yer alarak Kürdlere karşı savaştı. “Örneğin,  1849’da Ermenileri Zeytun’da Kürdlere karşı kullanabildiler. Zeytun’un kuzeyindeki Akçadağ yöresindeki Kürtler Osmanlılara karşı isyan edip, bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Osmanlılar bu savaşta ağır bir şekilde bozguna uğramışlardı.

Osmanlılar bunun üzerine yine hileli yola başvurup aşiretler arasındaki çelişkilerden yararlandılar. Zamanla Osmanlı Sadrazamı Akçadağ’daki Kürt isyanını bastırmak için eğer Zeytun’lu Ermeniler kendisine yardım etmeyi kabullendiklerinde, Zeytun’lulara özerklik vereceğini vaad etti. Ermeniler bu teklife kandılar, fakat kuracakları birliklerin başına bir Ermeni’nin getirilmesini öngördüler. Bu teklif kabul edildi ve Ermeni güçleri Osmanlılarla birlikte Akçadağ bölgesine hücum ettiler. Bu güçlü Kürt aşireti dağ Ermenileri tarafından mağlup edildi ve ancak bundan sonra ki Osmanlı ordusu bölgeye girerek büyük tahribatlara sebep oldular”(4)

Osmanlı ordusunu modernize etmek amacıyla görevli giden Alman Genarali Moltke ordunun komuta kademesi içinde yer alır. Osmanlı ordusunun komuta kademesinin tavsiyelerine uymadığından sürekli şikayet eder. Osmanlı ordusunun kıyımlarını, vijdansızlığını sivil Kürdleri  nasıl süngüden geçirdiğini, köyleri ateşi verdiğini anlatır:

“Binlerce masumun hayatı yok edildi ve binlerce köy harabeye döndürüldü. Fakat savaşan Kürtler dize gelmedi. Kürtler için iyi ve adil bir idare kurulamayıncaya kadar, bütün Osmanlı seferleri ancak geçici bir etki bırakmaya mahkumdur”(5)

Osmanlı komutanları sürekli oyunlara başvuruyordu. Vaatler veriyordu, verdiği sözlerde durmuyordu. Gücünün yetmediği yerde zamana oynuyordu, fırsatına getirdiği anda sözde barış antlaşması yaptığı Kürd mirini öldürüyor, ortadan kaldırıyordu.

Yine Moltke şöyle anlatır:”1838’de Harzan bölgesinde meydana gelen bir savaşta 600 Kürt bir tepede mevzilenmişlerdi. Onlar son neferin de öldürülmesine kadar savaştılar. Kadınlardan 50 tanesi Osmanlı ordusuna esir olmak istemediklerinden, kendilerini kayalardan sulara atarak boğuldular...Savaş sona  erdikten sonra yüzlerce kadın ve çocukların ölüm yaralarının Osmanlı askerlerinin süngü darbelerinden olduğu görüldü”(6)  

Gelelim Ermenilerin tavrına. Onu da Moltke’den aktaralım:

“Asya Ermenileri güçlü, sayıca büyük ve tek vücut halinde Osmanlı idaresini kabule alışık, daima işgüzar ve çoğunlukla geçimleri iyi olan bir ulustur. Şu esnada anladığıma göre onlar Bab-ı Ali’ye karşı sadıklık hususunda Kürtlere ve Arap İslam milletlerine nazaran çok daha fedakarlıklar gösterdikleri açıktır.”(7)

Ermeniler Kürdlerin bağımsızlık savaşlarının önemini anlamadılar. Kavalalı İbrahim Paşanın Osmanlıyı tümden yıkacağı hamlesini de anlamadılar.

O dönem Kürdlerin bakış açısına göre Ermeniler, kendileri ile çok az sayıda birlikte aşiret gibi yaşıyan Ermeniler hariç, genelde reaya gözüyle bakarlar. Şehirlerde yaşayan Ermenilere de Osmanlı ajanları olarak kabul ediyorlardı.

Feodal nitelikte de olsa Kürdlerde ulusal bilinç oluştu. Bedirxan hareketi bunun somut bir ifadesidir. Ermenilerin büyük kısmı yine Osmanlıların safında yer alırken beyliğin sınırları içindeki Ermeniler Bedirxan hareketine destek verdiler. Bedirxan Beyin anlayışı, Ermeni ve Kürdleri eşit sayardı. Onun inancına göre Ermeni ve Kürdler kankardeştir, ama tarihin derinliklerinde aşiret ve din nedeniyle ayrışmışlar. Meydana gelecek ulusal devlette ırk ve dinin önemi yoktu.

Patriark Matteos, Kürdleri iki kere Osmanlıya şikayet eder. Osmanlı bu şikayetleri kendine gerekçe yapar. Patriak Matteos Diyarbakır, Bitlis, Palu Erzurum ve Van Ruhani liderlerini Bedirxana karşı, Osmanlı Ordusuna yardıma çağırır ve Sultana sadaketlerini göstermelerini emreder. O zaman ki Ermeniler güçlünün himayesinde kalmayı tercih eder. Osmanlı devletinin çeşitli yerlerine dağılmış vaziyette, onların bir aleti durumundadırlar.  Bedirxanla ittifak halinde savaşan Han Mahmut Van Ermenileri tarafından yakalanıp Osmanlı Kuvvetlerine teslim edilir. Ermeniler Osmanlılarla birlikte Kürdlere karşı savaşırken, savaştaki bu başarılarıyla övünür, savaştaki rolünü abartırlar. Bedirxan’ı da Ermeni kuvvetleri yakaladı diyerek aslı olmayan hikayeler uydururlar.  Osmanlının yanında itibarları artacağı hesabıyla gücünü abartırlar.

Bedirxan Beyin yenilgisinden sonra sırayla bütün Kürd mirliklerinin özerkliğine son verildi. 1862 yılında Osmanlıların “en sadık kulları” Ermenilerin Ulusal Anayasası tasdik edildi. Bu Osmanlı devletinin çıkarına uygundu daha çok vergi alabileceklerdi. Ancak 1848 Kürd hareketinin bastırılmasından sonra Kürdlerin Ermenilere karşı düşmanlık duyguları had safhaya ulaşmıştı. Böylece Osmanlılar istediği hedefe ulaşıyordu. İki ulusu birbirine düşman etmişti.

93 Harbi, Ayestefanos ve Berlin Antlaşmaları

93 Harbi (1877-78 Osmanlı –Rus savaşı) inde Osmanlı yenildi, savaş sonrası Ayastefanos ve Berlin antlaşmaları imzalandı. Ermeni Delegasyonu ilk kez  platformda seslerini, sıkıntı ve taleplerini dile getirdi. Ayastefanos Antlaşması’ının 16. Maddesi şekillenir. Daha sonra Britanya’nın itirazı üzerine bu madde revize edilerek Berlin Antlaşmasının 61. Maddesine dönüştürülür:

“Bab-ı Ali, Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatları yapmayı, Çerkeslere ve Kürtlere karşı onların güvenliklerini garanti etmeyi taahüt eder. Bu amaçla alınacak tedbirleri, bu tedbirlerin uygulanmasını gözetecek, olanları(Büyük) Güçler’e düzenli olarak bildirecektir”(8)

Aslında, Osmanlı idaresi Berlin Konferansına Patriarkın katılmasını,  Kürdler aleyhinde bu şekilde danranılmasını tavsiye etmiştir. Reformlar ve Ermenilerin emniyeti için Kürdlere karşı delegasyonun yollanmasını istemiştir. Osmanlı’da oyun çoktur. Bir taşla bir kaç kuş vuruyordu. Böylece kendi yönetimini aklıyor. Kendi suçunu diğer milletlere yüklüyor. Diğer milletleri birbirine karşı kışkırtıyor, kullanıyor. Onların kendisine karşı birlik oluşturmasını engelliyordu.

Burada Osmanlı devleti hakem rolüne girmiş, hedefe Çerkesler ve Kürtler konulmuştur. “Çerkeslere ve Kürtlere karşı güvenliklerini sağlama “ ifadesi iki etnik grubu topyekün suçlamakla kalmıyor,  Ermenilerin iç içe yaşadığı bu iki etnisite ile dönüşü olmayan bir düşmanlık koyuyor. Ayrıca Kürtlerle ilgili yoğun bir propaganda yapılmaktadır. Kürtlere atfedilen “yerleşik olmamaları”, “vahşilikleri”, homo rationalis bireylerden oluşmayan, dolayısıyla politik haklara layık olmayan topluluklar mertebesine düşürülüyor.

Müslüman Arnavutlar Balkanlar’da  diğer gayri müslim uluslara,Yunan, Bulgar, Sırplara karşı kullanıldı. Şiddetin kaynağı olarak gösterildi. Ama buradaki gibi topyekun uluslararası bir antlaşma metninde suçlanmadı.

Osmanlı diplomasisi çok deneyimli. Alınan kararları engelleyemeyince pratikte işlemez duruma getirir. Zamanla kazanmaya oynar. Mesela Berlin antlaşmasında 61. Madde muhtevasında çözüme zorlanınca iki konuyu öne çıkarır:  1. 1878-1881 Ermeni nüfusu ve çoğunluk oluşturduğu bölgeleri tespit etmek. 2. 1895-97 arasında ise Ermenilerin devlet aygıtlarına hangi oranda katılacaklarını belirleme.

Berlin Konferansı’na Ermeni Patrikliği, “ Türkiye Ermenistan’ı için Kurumsal Düzenlemeler Projesi”ini sunar ve Büyük devletlerin onayını alır. Bu plana göre 6 Vilayet büyük devletlerin onayını alan bir Ermeni vali tarafından yönetilmeli. Genel vali seçimle belirlenmiyor, Ermeni olmalı, sancak ve kaza mutasarrufları ile jandarma komutanını atayabilmeli. Kürdler için ise hiç bir şey önermediği gibi, bölgede nüfuzu olan Kürd aşiretlerini bölgeden sürmesini,”diğer barbar halklar”  gibi hiç bir yerde karar sahibi kılmamayı hedefliyordu.  Milis güçler arasına bile Çerkesler ve Kürdleri almıyor. Patriklik ayrıca, yerel sınır idarelerin yeniden çizilmesini,  Kürdlerin sayımdan devlet kurumlarından dışlanmasını, yaşadıkları bölgelerden uzaklaştırmasını vs. vs... gerekçe olarak da Kürdler göçebe, vahşi, aylak, savaşçı yapılar ve ilkel karekterleri  gösterilir. 61. Madde kapsamında, 1914 yılına kadar, Osmanlıyı  Büyük devletler zorladılar.

Ama dönüşte Aslında Ermeni delegasyonu umutsuzdu. Hırimyan Berlinde bize verilen bir kağıttır. Ermenilerin sofradan pay alması için ihtiyaç duydukları “demir kepçe”den yoksunlar der. İngiltere artık Ruslara karşı Osmanlı toprak bütünlüğünü savunuyordu. Ayrıca İngiltere sömürgelerine örnek olacak diye artık ulusal mücadelelerin bağımsızlıkla sonuçlanmasını istemiyordu.

Ermeniler nüfus sayımlarıyla oynar, kendi sayılarını çok yüksek gösterir. İki yıl sonra sonuçlanan 1893 yılında 6 vilayetteki Ermenilerin nüfus oranı %19 dur. Patrikliğin 1880 yılındaki sonucu%46, Britanya’nın ise%21 dir. Nüfusa endeksli bir reform projesi böylece boşa çıkar.

Eski Britanya ataşesi Albay William Everett’in hazırladığı rapora göre, Ermeniler bazı yerlerde çoğunlak oluştursa  bile 6 Vilayette %10’a hata%5’e düşüyor. Bu nüfus üzerine bir ulusal devlet planı kurulamaz ama Osmanlı kendisi için tehlikeli bir potansiyel olarak görür. (9)

Ermeniler isteklerini sürdürdüler. İngiliz General Baker Paşa bu konuda şöyle yazıyordu: “ Birçok ileri gelen Ermeni ile yaptığım konuşmalardan şunu anladım ki, Ermeniler gelecek için büyük emeller beslemektedirler. Bu emelleri uygulanabilir olmadıktan başka, kendileri içinde tehlikelidir. Ermeni özerkliği planını ne kadar aptalca bir şey olduğunu anlayabilmek için bu ülkeyi tanımak gerek. Ermeniler her yerde azınlıktadırlar. Genel olarak nüfusun üçte  biriyle beşte birini oluşturuyorlar. Özerklik onları Kürtlerin insafına terk edecektir. O zaman durumları şimdikinden on kat daha kötü olacaktır. Sonra özerklik kışkırtmaları Türk makamlarını kuşkulandırıyor. Bütün araştırmalarım şunu kanıtlıyor ki, bu vilayetlerin yönetilişi pek iyi olmamakla birlikte, Hıristiyanlar, Müslümanlardan çok iyi durumdadır”(10)  

Osmanlılar bu kararları işlevsiz kılmak, Kürdleri Ermenilere karşı kışkırtmak amacıyla Kürdler arasında yoğun propaganda yaparlar.

Kürdistan’ı  Kürdsüzleştirip, Kürdistan toprakları üzerinde bir Ermeni devleti kurma düşünce ve kararları,  Kürdlerde “infiale” yol açar. Kürdlerin büyük milli şairi Haci Kadri Koyi yazdığı şiirlerle Kürdleri uyandırmaya çalışır.

Heci Qadirî Koyî “Ey Cezire ve Botan, Kürdlerin memleketi/ Bu ne büyük bir felaket ki/ Seni Ermenistan yapmak istiyorlar(...)Kuran’a el basarım ki/ Eğer bir Ermenistan oluşursa/ Tek bir Kürd kalmaz bu diyarda.(11) 

Bir taraftan milli duygular üzerinden Ermenilere karşı vatan savunmasını isteyen Heci Kadri Koyî diğer taraftan Kürdlerin Ermenileri örnek alması ve kendi aralarında birlik olmasını teşvik eder.

Hem hefyane Ermen xÎretkeşin yek û du,

Wek ême nîn le gel yek dawa bikeyn be şûran.

Hem haklıdır Ermeniler, çünkü birbirlerini tutarlar

Bizim gibi birbirlerine kılıç çekmezler. (12)

Diğer taraftan Kürdlerin büyük ulusal lideri Şeyh Ubeydullah daha sonraki ulusal harekette Ermenileri hedef almadığı halde Kürdistan toprakları üzerinde bir Ermenistan’ın kurulmasını engellemek için “gerekirse kadınları dahi silahlandıracağını “ söyler.

93 harbi Ayestefanos ve Berlin antlaşmalarından sonra Osmanlı devleti açısından artık birinci derecede “tehlikeli düşman” yer değiştirmiştir. Ermeniler büyük devletleri arkasına aldığı için birinci sıraya, Kürdler dağınık olduklarından, uluslararasından da desteği olmadığından ikinci sıraya düşer.  Bu arada Abdulhamit iktidar olur. Sıra Ermeni Katliamına gelir. Osmanlı Devleti Kürdleri  Ermeni katliamında kullanmak ister.

1828 Osmanlı Rus savaşında, Osmanlıya tavır alan Kürdler, General Paskiyeç’in (bir İngiliz Subayı) deyimiyle “Ruslara katılmayı düşünmemiş olabilirler ama mükemmel süvarilerini Sultandan esirgediler.” (13)   Bu da Osmanlıya yenilgi getirmişti.  1877 savaşında  ise Gönülsüzce Osmanlı yanında durdular savaşmadan kuvvetlerini geri çektiler. Osmanlı devletinin ekonomik olarak çöküntü yaşaması savaşı bölgedeki halkı askere alma ve halktan alacağı ekonomik destekle savaşı yürütmeye karşı açlıkla karşı karşıya gelen halkta büyük reaksiyonlara yol açar. Dersim bölgesinde Kürtler isyan eder. Bunların isyanlarını duyan diğer Kürtler de harekete geçer. Belli çatışmalar olur. Osmanlı  Dersim’de savaştaki kuvvetlerini geri çekmek zorunda kalır. Osmanlı zoruyla Rusya cephesine sürülen Kürtler gönülsüzdür savaşmazlar çoğu firar eder. Rus orduları karşısında Osmanlı yenilir. Buna rağmen Kürtlere bir taraf olarak ne Ayestafanos ne de Berlin Konferansında yer verilir.

Kürtler Şeyh Ubeydullah önderliğinde yeniden bir hareketin hazırlığına girişir. Şeyh Ubeydullahın hedefi ise Birleşik ve Bağımsız Kürdistandır. Osmanlıların oyununa gelmez. Osmanlıların verdiği vaatlere kanmaz. Kürdistan’da Asurilerin ve Ermenilerin Kürtlerle aynı hakka sahip olacağını söyler. Asurilerle, Ermenilerle ayrı ayrı görüşür. Kürt aşiret liderlerine asıl düşmanın İran ve Osmanlı olduğunu Ermenilerin Kürtlerin dostu olduğunu söyler. Ermenilerin dostluğunu kazanmaya çalışır. Kürt çevrelerinden de Ermenilere dost olmasını tavsiye eder. Önce İrana saldırır. Savaş esnasında Ermenilere kimsenin  dokunmaması için fetva yayımlar. Bunu yayımlamamış olsaydı, Ermenilerle Kürdler arasında Osmanlı devletinin yarattığı düşmanlıktan dolayı 1895 yılındaki katliamdan daha büyük Ermeni katliamı gerçekleşirdi. Sonra Osmanlıya karşı savaşır. Uluslararası güçlerle diplomatik ilişkilere girer. Rusyanın desteğini almaya çalışır. Ama İngiltere, İran ve Osmanlı kuvvetleri hareketi yenilgiye uğratır.

Sultan Hamid Ermenileri yokederek, Ermeni sorununu halletmeyi düşünürken; Kürdleri de İslamiyetle ulusal davasından uzaklaştırarak asimile edeceğini düşünmüştü. Panislamist fikirlerle islam dininin gücü ve islam devletinden elde edecekleri nüfuzlarla Kürdleri aldatıyordu. Kürdlerin bir kısmı artık ulusal siyasi iradelerini yitirmiş, İslam dini ile Osmanlıya bağlanmıştı. Osmanlı İslamiyeti de kullanarak Kürdleri Ermenilere karşı kışkırtarak kullanmak istiyordu.  Macar mühtedisi Arminius Vanberiy, anılarında Ermeni meselesinde Sultanın kendisine şöyle dediğini kaydeder:

“Rumeli ve Yunanistan’ı bizden alarak Avrupa Türkiye’nin ayaklarını kesmiştir. Bulgaristan, Sırbistan ve Mısır’ın kaybı bizi ellerimizden etmiştir. Şimdi de bu Ermeni iğtişaşını kullanarak bizim en can alıcı yerlerimizi hedeflemekte, bağırsaklarımızı sökmek istemektedirler. Bu bizim tamamen imhamız demektir ve olanca gücümüzle buna karşı koymalıyız” (14)

Osmanlı devleti bir taraftan başka milletleri etnik arındırmaya tabi tutarken diğer taraftan da Türk ulus oluşumuna gidiyordu.1860’lardan itibaren Anadolu göç ve asimilasyon yoluyla Türkleştiriliyor ve islamileştiriliyor. Sultan Abdulhamid gizli bir raporda şöyle diyordu:

“Yabancı dinleri tutanları hoş karşılayarak kendi tenimize kıymık sokacağımız zamanlar geride kaldı. Devletimizin sınırları içerisinde, yalnızca kendi milletimizin üyelerine ve kendi inancımızı taşıyanlara müsamaha  gösterebiliriz. Türk unsurunun pekiştirilmesini gözetmek zorundayız: Ülkemize Bulgaristan’ın yanı sıra Bosna ve Hersek’ten gelen Müslüman akınlarını sistematik olarak kabul etmek zorundayız. Bu kolonizasyon bizim için hayati bir meseledir. Bu göçlerle yapmak zorunda olduğumuz şey, yalnızca milli gücü pekiştirmek değil, İmparatorluğun ekonomik gücünü de artırmaktır. Mümkün oldukça Rumeli’deki ve özellikle Anadolu’daki Müslüman unsurları güçlendirmek zorundayız. Her şeyden önce yapmak zorunda olduğumuz şey Kürtleri asimile etmektir.”(15)

Kürdleri tümüyle denetim altında tutmak maksadıyla Hamidiye Alaylarını oluşturdu. Büyük beylikleri değil küçük aşiretleri tercih etmişti. Böylece Aşiretler arası çelişkileri derinleştirdi ve bir kısmını kendine bağladı.  Hamidiye Alaylarını Ermenileri ortadan kaldırmak için oluşturduğunu söyleyenlere hak vermek mümkün değil. Rusya Dışişlerinde görev yapan Rus Generali Mayevsriy V. T. “KAMBON’un belgelerinde, “Hamidiye aşiret alaylarının teşkili, yalnızca Ermeni köylerinin yağmalamak ve dağıtmak içindir”denilmektedir” Kambon’un olayın gerçek yüzünü bilmediğini yazan General, “Gerçekten Hamidiye aşiret alaylarının kurulma nedenleri, aşiret Kürtlerinden, askeri bakımdan faydalanmak ve bu aşiretlerin üzerine hükümetin denetimini sağlamaktı” der.  (16)   Esas amaç Kürdleri denetiminde tutmak ve Türk-İslam sistemine entegre etmekti.  Ermeni kırımında düzenli orduyu kullandı. Sanıldığı gibi Hamidiye Alayların  ufak tefek bir kaç çatışmanın dışında fazla bir rolü de olmadı.

“Akademik ve popüler anlatılarda Hamidiye Hafif Süvari Alay’ları’na bağlı düzensiz birliklerin Ermenilere karşı şiddetin baş sorumlusu olduğu ve katliamlarda çok önemli bir rol oynadığı iddiası, gerek Osmanlı kaynaklarına gerekse de yabancı arşivlere dayandırılmadan, uzun bir süredir dolaşımda olmaya devam ediyor. Oysa bu alayların söz konusu Ermeni  karşıtı ayaklanmalarda oynadığı rol, sanıldığından çok daha az ve olaylara katılımı bir çırpıda sayılabilecek bir kaç örnekle sınırlıdır”(17)

Kürdlerin nüfusa oranla Ermeniler gibi çok sayıda bir aydın tabakası yoktu. Çok az olan aydınlar da devlet politikası olarak sürekli Kürdistan’dan uzakta tutuluyordu. Bunların büyük kısmı devlette memur olmak, türkleşerek askeri ve idari memuriyetlerle tatmin olmayı yeğliyorlardı. Böylece Kürdlerin ezeli düşmanı olan Osmanlı devletine beslenen kin duyguları zamanla törpüleniyordu. Ermenilerde ise durum farklıydı. Ermeni partileri Ermeni siyasi ve toplumsal hayatına girmişti.

1894-97 Ermeni Katliamları

Yukarıda değindiğimiz 1878 Berlin Kongresiyle beraber, Ermeni sorunu uluslararası siyasetin bir sorunu haline gelmişti. Rusya ve İngiltere bu sorunu Osmanlı devlet bürokrasisinin önüne getirirken, 1880’lerin ikinci yarısında  Ermenilerin reformcu ve/ veya devrimci örgütleri devreye giriyor. Rusya’daki Ermenilerin girişimleri ile bu örgütler partileşiyor ve dönemin Rusya’sındaki partileri model alıyorlar. Aslında Ermeni devrimci komitelerinin cılız bir kitle desteği ve örgütlenme kapasitesi olmasına rağmen, Osmanlı sultanı ve Hükümeti bunu bir meydan okuma olarak algıladı.  Ermeni örgütleri de kendilerini  olduğundan daha “güçlü”, “büyük” gösterirken, küçük bir direnişi abartan bir propaganda tarzı  benimsedi. Osmanlı devleti soykırım yaptı, bunlar olayın esas içeriğini kavrama yerine, kendi direnişlerini abarttılar. Neredeyse soykırım, “direniş söyleminin” gölgesinde kaldı. (18)

Ermeni devrimci örgütlerinin strateji ve eylem planları Balkanlarda olduğu gibi büyük güçlerin müdahalesini bölgeye çekecek faaliyetlerdi. Asıl mesele budur. Ermeni örgütlerinin dayanacağı güç buydu.  Osmanlı devletinin de asıl korkusu, büyük devletlerin müdahalesiydi.

Şimdi Ermeni partilerinin durumuna bakalım. Ermeni siyasi partileri Osmanlı politikasında yer aldılar. Ermeniler üzerinde etkinlik kurmak için birbiriyle rekabet ettiler. Hınçak, Taşnaksutyun’u “kendi dışındaki  Ermeni gruplara karşı saldırgan ve sekter  siyaset yapma” tarzıyla eleştirecekti. Her ne kadar Ermeni Partileri kendisini Osmanlı politikasında etkileyici aktör olarak görse de Osmanlı devleti için “iç düşman”dılar. Sosyalist, demokrat geçinen bu milliyetçi partiler, Kürd ulusuyla ittifak etme, Osmanlı sömürgeciliğine karşı ortak mücadele etme yerine etnik ve dinsel nefretten medet umarak iki ulus arasına duvar ördüler. Ne sosyalist geçinen Hınçak, ne de Taşnak Kürdler ve Ermenilerin arasındaki ilişkileri ve ortak çıkarları doğru bir biçimde değerlendirdiler. İki halkın duyarlı olduğu konuları tespit etme, bunları bir  mücadele çizgisi üzerinde birleştirme çabasına girmediler. Halka dayanmaktan uzak intiharvari bir politikayla başarısız bir sonu hazırladılar.  

Kendine sosyalist diyen  Hınçak 1887’de Cenevre’de kurulmuştu.  1894-96 olaylarına kadar Ermeniler arasında en büyük kitlesel desteğe sahipti. Bu tarihten sonra etkisini yitirdi. Taşnaksutyun ilk sıraya geçti, İttihat ve Terakki ittifakıyla Ermeni toplumu üzerine hegemonya kurdu. Taşnaksutyun 1890  Tiflis’te kurulmuş Rusyadaki sol grupların etkisi altında idi. Ermeni siyasetinde bu iki parti belirleyici oldu. Geleneksel Ermenekon vardı ama pek etkili olamadı. Küçük bir grup olarak kaldı. Bunlar bütün Ermenilerin temsilciliğine soyundular. Osmanlı, Rusya ve İran Ermenileri dahil ulusal bir  siyasette birleştiriyorlardı. Bu partilerin en büyük atılımı Ermeni toplumsal hayatına siyasi parti yapısını sokmalarıdır. Böylece Ermeni toplumu dini bir cemaat değil, siyasi bir toplum aşamasına erişiyordu.  Osmanlı imparatorluğunda millet sistemi gereğince Patrik Ermenileri temsil ediyor ve onlar adına konuşuyordu. Bu ise dini toplum olarak cemaatlerin yaşamlarını düzenliyordu. Bunun dışına çıktığında Babıali uyarır: Bu tür konular Patrikhanenin denetimi ve yetkisinin dışındadır diye.

Ermeniler ulusal uyanıştan kısmen silahlı mücadeleye geçtiler.  Taşnaksutyun, Ermeni meselesinin çözümünü ancak “silalı eylemle” mümkün olacağını”, devrimin amacını, “Başkaldırıp Osmanlı Ermenistanı’nda siyasi ve ekonomik bağımsızlık elde etmektir” diye tanımlar.(19)

1894-97 arasında büyük bir Ermeni kırımı oldu. Bu aslında 1915 soykırmının bir provasıdır. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi Osmanlı devletinin sürekli el altında tuttuğu Ermeni ve Kürd soykırım planı var. Uluslararası ve Osmanlı devletinin durumunu gözeterek uygun koşullar oluştuğunda hayata geçiriliyor. 1894-97 arasında bir dizi olay vardır. 1894’teki Sason olayı biraz farklıdır. Ermeni örgütlerinin silahlı grupları devlete karşı “itaatsizlik” ve Kürd aşiretlerine saldırı ile başlar. Osmanlı ordusu ve Hamidiye Alayları olayı şiddetle bastırır. Türk resmi tarihçileri olayları “Ermeni isyanları” veya “Ermeni ihtilali” ve müslüman halkın da buna karşı tepkisi diye yansıtır. Olay böyle değildir. Ermeni hareketinin bir hazırlığı olduğu açıktır. Yer yer silahlı grup eylemlerinin direnişi ve eylemleri olur. Ama Ermeni Politik hareketlerinin silahlı eylemleri durumu değiştirecek çapta değildir. Ama bu eylemler Ermeni soykırımı için bahane oluşturmuştur. !895-96 yıllarında provakasyonlar önceden hazırlanmış pogromlar, benzer şekilde hayata geçiririlir. Bu olaylarda yaklaşık 30-40 bin civarı Ermeni katledilir ve binlercesi din değiştirmeye zorlanır. Kadınlar kaçırılır, tecavüz yağma, talan tahrip olayları olur. Bütün bunlar Osmanlı ordusu eliyle sözde müslüman halkın “galeyana gelmesi” biçiminde tezahür eder. Günümüzde 1977 yılında Maraş olaylarında alevi Kürdlere yönelik soykırımı gibidir. Bir çok yerde katliamların olmasında asıl direnecek gücün olmasından değil, olmamasından kaynaklandı. Katliamlar genellikle Cuma namazlarından sonra başlıyor. Cuma namazında okunan hutbede katliam teşvik ediliyor.  Bir borazan sesiyle başlıyor ve borazan sesiyle bitiyor.

 Bu da şunu gösteriyor. Osmanlı devletinin eskiden beri düzenlenen bir soykırım geleneği vardır. Ermeniler bu olaylarda 300.000 kişinin öldürüldüğünü iddia ederler. Ama tarafsız kaynaklar bu rakamın abartılı olduğunu söylerler. 30 -40 bin civarı olduğunu söylerler. Sonuçta  bir etnik grubun yokedilmesi ve soykırımı sözkonusudur. Bu soykırım olayları 1915 Ermeni soykırımının 1916 Kürd soykırımının provasıdır aynı zamanda.

Bir kısmı da suçu getirip Hamidiye Hafif Suvari Alaylarına yükler. Olay düzenli askeri birlikler kullanıldı ve bazı yerlerde Hamidiye Alayları kullanıldı.Hamidiye Alaylarının kurulmasının esas amacı Kürdleri  sisteme bağlamak ve denetim altında tutmaktı. Kürdleri de düşman kutbuna iterse Balkanlar gibi her şeyi kaybedecekti. Müslüman ahaliyi gücendirmemek, Dördüncü Ordu Müşiri Mehmed Zeki Paşa’nın deyimiyle “Ekradı okşamak” gerekiyordu dönemsel politika.

Abdulhamid Kürdleri Ermeni katliamında kullanmak ister. Gelen emir üzerine Kürd Ağaları ve Beyleri Van’da bir toplantı yapar. Kürdlerin büyük ulusal lideri Şeyh Ubeydullah toplantıdakilere şunu der:

“Çok eski zamanlardan beri Ermeniler ve Kürtler bu topraklarda komşu olarak yaşamaktadırlar. Şayet biz bugün onları kırarsak, yarın Türkler bizi kıracaklardır. Ben zannediyorum ki Kürtler bunu sezinlerler ve tahmin etmiyorum ki bu cellatlığı yapmak isteyecek olan herhangi bir Kürt bulunsun” (19)  Bundan sonra toplantı dağılır ve Sultan’ın arzusu gerçekleşmez.

Kürd aydınları katliama tavır alır. Kürdistan gazetesinde Abdurrahman Bedirhan “ Ey Kürdler! Artık katliam ve talanı terk edin, Ermenilerle ittifak edin. Muhakkak biliniz ki, eğer bu nifakı terk etmezseniz (...) ve Abdulhamit’in zalim memurlarını başınızdan atmazsanız, hem Ermeniler hem de siz ayaklar altında kalırsınız”

Ermeniler, Kürdistan’dan yalan, yanlış haberler yayarak batılı gazetecileri Kürdler aleyhinde şekillendirirler. Mesela İngiliz Times muhabiri Charles B. Norman yazdığı haberlerde sıklıkla Çerkeslerin ve Kürdlerin Ermenilere yaptığı “mezalimi” anlatıyordu. Haber kaynağı Erzurumdaki İngiliz Konsolosu Mr. Zohrab ile bölgedeki Amerikan misyonerleri gösterilir.

Katliamlar planlıdır. Karşılıklı zaiat raporlarında Ermeniler sayısı çok fazla yereldekilerin çok azdır. Katliamlar İstanbul merkezlidir. Balkanlardan gelen göçmenler kullanılmıştır Devletin güvenlik güçleri kullanılmıştır. Ama “Kürdistan’dakiler vahşi Kürtler hükümeti dinlememiştir.” diye yansıtılmıştır.

İşin aslı başından beri Osmanlı devletinin Ermeni soykırımı ile ilgili bir planı var ve bu planı istediği ve uygun bulduğu zamanlarda devreye sokuyor. Devletin kontrol altına almaya çalıştığı “ayak takımı” gibi  yakıştırmalar olayları basite indirgemek olur.

Resmi Türk yazımı olayları Ermeni isyanları,  Ermeni ihtilali, karışıklıklar, Ermeni Komitacılar vs, Ermeniler karşısında galeyana gelen kitleler diye lanse eder.

1895-96 yıllarındaki katliamlarda devlet adına hareket edenler Osmanlı devletinin bekası ve Osmanlıların birliği maksadıyla Ermenilere ders verildiğini düşünürler.

Ermeni Patriği yabancı sefirlere bütün Ermenilerin Halep Vilayetine bu vilayetteki Müslümanların başka bölgelere göç ettirilmesini istemiştir. Aslında Ermenilere bir yurt aranmaktadır. Ermeniler bulunduğu yerlerde çoğunluk oluşturmamaları bir açmazdır. Ermenilerin çizdiği “denizden denize” hedefi ise çok büyüktür.

Osmanlıda 19. Yüzyılın sonunda Türkçülük egemen oldu. Sosyal –Darwinist teorilerin etkisiyle Osmanlı boyunduruğu altındaki ulusal sorunun çözümü o ulusu tümden yoketmekle halolacağı düşüncesi egemen oldu. Turancılık hedefini önüne koymuştu. Ama Turancılık hedefinin önünde iki ulus görüyordu: Kürdler ve Ermeniler . Bu iki ulusu soykırımla ortadan kaldırmayı amaç edindi.

Thomas Paine şöyle yazıyor :  ”Savaş, eski yapıda bir hükümet etme sistemi olduğundan, ulusların birbirine karşı beslediği düşmanlık duygusu, hükümetlerinin politikalarının sistemin ruhunu ayakta tutmak için uyandırdığı bir düşmanlıktan başka bir şey değildir...Yanlış bir hükümet sistemi tarafından insanlar birbirine düşman hale getirilmediği sürece, insan insanın düşmanı değildir.” (20)

Ermeni sorununa tekrar dönecek olursak, Ermeniler bütün Osmanlı topraklarına dağılmış durumdaydı. Trakya’dan İstanbul, marmara, Anatolya, Karadeniz sahillerinden Akdenize oradan Kürdistana. Hatta sadece Osmanlılar değil İran ve Rusya’ya da dağılmış vaziyette idi. Tarihi olarak Ermenilerin yurt edindiği bir ülke olmadığı gibi nüfus çoğunluğunu oluşturdukları bir yer, bir bölge de yoktu. Osmanlı egemenliği altındaki topraklarda yaşayan Ermenilerin yarıdan fazlası Kürdistan toprakları dışında yaşıyordu. Hatta üçte biri Kürdistan’da yaşıyordu diyebiliriz. Yukarıdaki iddilar benim değil. Yapılan nüfus sayımları ortada.

Fransa’nın İstanbul konsolosu Mösyö Kambon yazdığı rapor (sarı kitap diye anılıyor) da:

“1894 yılının başında Ermeni olayı böyleydi. Eğer bir genel ayaklanma  başlarsa sonucu bir müstakil Ermenistan mı yoksa başka emmareler mi olacak?. Bence bunu düşünmek bile faydasızdır. Çünkü Ermenistan, Yunanistan, Bulgaristan gibi hemen ortaya çıkmaz. Zira hükümeti teşkil için belli bir hududu belirtmek lazımdır. Yalnız mıntıka göstermek olmaz. Zira belli bu mıntıkada yaşayan başka millete mensup insan daha fazladır. Bu da hükümet kurmaya engeldir. Ermeniler Osmanlı arazisinin her yerine dağılmışlardır. Asıl Ermenistan diye iddia edilen yerde Müslümanlar, Ermenilerden daha fazladır. Çok daha önemli bir şey daha var ki, inkarı mümkün değildir: Ermenistan, Osmanlı, İran ve Rusya’nın aralarında bölünmüştür.

Çok zayıf bir ihtimale göre, eğer Avrupalılar bir Ermenistan oluşumuna rıza gösterirlerse sınırı çizmekten aciz kalacaklardır. Eğer yerel özgürlükle eyalet sistemi kabul ederlerse yine de aynı müşkülat ortaya çıkar. Zira, acaba Ermenistan Türkiye’nin neresindedir?” (21)

Ermeniler her toplumda olduğu gibi kendi içinde sınıf çıkarları gereği ticaretle uğraşan Ermeni burjuvazisi çıkarlarını Osmanlı ile birlikte, onun içinde kalmaktan yana görüyordu. Ayrı bir ulusal devletten öte Osmanlı devleti içinde hak ve hukukunu koruyan, uyumlu bir yaşamdan yanaydı. Dünya ticaret sistemiyle uyumlu, devletin vereceği çıkar ve imtiyazları tercih ediyordu.

Ermeni partileri ise ulusal bağımsızlığı hedeflediler. Peki nerede? 6 Vilayette. Buralar Kürdistandır. Dolayısıyla Ermeni siyasi partileri ve stratejistleri yanlış bir yol çizdiler. Kürdleri düşman gördüler. Osmanlı devlet aygıtının gücünü hesaba katınca onunla ittifak’a girdiler. Taşnaksutyun 1914 yılına kadar İttihat ve Terakki ile ittifak içindeydi.

Tarihsel olarak oluşmuş bir ülkeleri yoktu. İmparatorluğun topraklarının hemen hemen her yerine dağılmış durumdaydılar. Sadece, Osmanlı değil, İran, Rusya’da da bu durumdaydılar. Mesela Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Kürdistan gibi bir Ermenistan yoktu. Ermeniler yaşadığı yerlerde bir nüfus çoğunluğu da oluşturmuyorlardı. Ermeniler Osmanlı topraklarında bir “etnisite” idi. Osmanlılar buna “azınlık” diyor. Bu partiler yalnızca bir Ermeni devrimi yolunda rejimi, hatta yerel yöneticileri ortadan kaldıracak kitle gücüne sahip olmadıklarını biliyorlardı. Düşman olarak gördükleri, Kürdlerin, diğer etnik ve dini grupların  desteğini alma çabasına girmediler. Geriye bir tek hedeflerine ulaşmak için yabancı büyük devletlerin müdahalesine umut bağladılar.

 Ermeni siyasi partilerinin Osmanlı devlet bekasını sağlayabilecek bir çözüme en çok yaklaşan gruplar olması paradoksaldır. Ancak rejim tebasını düşünmüyordu. Karşılıksız bir sadakat istediği gibi onu düşman görüyordu. Taşnaksutyun İttihatçılar ile ittifak yapmıştı. Peki kime ve neye karşı? Ermeni partiler arasındaki rekabette de devlet gücünü arkasına alıyordu. 1908 hareketi ile İttihat ve Terakki güdümlü parlamenter sisteme büyük umutlar  bağlayan Ermeniler, yerel güçlerle değil, İttihatçılar  ile ittifaka önem verdi. 1915 soykırımının provası olan 1909 Adana katliamını bile bir mesele haline getirmedi. “İlerici” İttihatçı iktidarına karşı eski gerici kesimin düzenlediği bir olay olarak değerlendirdi. Bu konuda Hınçak farklı düşünür ve daha doğru bir değerlendirmeye sahiptir.

“Ermeni Ulusu, Taşnak Partisi önderliğinde kendilerine sunulan siyasi hürriyetle yetinip, Ermeni sorununu çözümü sorumluluğunu Osmanlı devletine bırakıyorlardı. Taşnak Partisi programında, Osmanlı Ermenistanı’nın geniş özerkliğini ancak Osmanlı devletiyle kurulacak ittifak gerçekleştirebilir diyordu.”(22)

Kürdler 20. Yüzyılın başlarında, yaşanan karışık ortamda durumlarını biraz düzelttiler. Bu dönemde Kürd toplumunun yönetici kesimini üç grupta toplayabiliriz.1. Beyler, Şeyhler, Ağalar, bunlar Kürdistan’da toplumda egemen ve söz sahibiydiler. Bütün aşiretler veya reaya bunların emri altında idi. 2. Kürd memurlar ve subaylar, bunlar memur zihniyetine sahip insanlardı, sisteme uyum sağlayarak, Türkleşerek sistemin hizmetinde idiler. Sistemden bir mevki kapma peşinde idiler ama sayıları fazla değildi. Çok azı da Kürt olduklarını kısmen hatırlıyor. 3. Aydın, ulusal bilince sahip insanlar, bunlar eski isyan liderleri, Ubeydullah veya Bedirxan’ın çocukları ya da değişik yerlerde okuyan kesimlerdi. Bunlar Kürd ulusal mücadelesi veriyor, gazete çıkarıyor Osmanlıya muhalif kesimlerle dolayısıyla Ermenilerle de ilişki içerisinde idiler. 1908 ‘den sonra Osmanlılar çok partili siyasi hayata girince Kürdlerde artık dernek ve ulusal organizasyonlar oluşturdular. Burada bir Kürd aydınlanması görebiliriz, ama Kürd toplumuna ne kadar yansıdı? Kürd hareketinde iki eğilim gelişti. Genç kesim bağımsızlığı savunurken, diğer kesim sistem içinde otonomi,  eğitim ve kültürel haklar peşindeydi. Genelde devlet politikası gereği Kürdistan’dan uzak yerlerde kalıyorlardı. Kürd yayın faaliyetlerinin siyasi içeriği henüz güçsüzdü. Daha önce savundukları bağımsızlık propagandalarını ve düşüncesini ikinci plana attılar, basit sözler söyleyerek Kürd ulusunun kültürel aydınlanması üzerine çalıştılar. Bağımsız bir devlet kurmak amacıyla bir parti kurma, Kürd kitlelerini örgütleme, Kürd halkını ulusal kurtuluş savaşına hazırlama çalışmalarından söz edilmiyordu.

İstanbul’da kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti(1908) kurucularından Melikan’lı Molla Selim ve Şeyh Said Ali ile birlikte, Meşrutiyetin getirdiği ortamı da değerlendirerek bir İsyan hazırlığı yaparlar.  İsyanın liderleri Taşnak’la görüşür ve birlik önerirler. Bir anlaşma yaparlar.  Bitliste çıkan isyan’ı önceden haber alan Osmanlı kısa sürede  kanla bastırır.

 Ermeniler bağımsızlık düşüncesini dile getirmiyor, Osmanlılarda geniş bir özerklik fikrini savunuyorlardı. Bunu da Osmanlıların meşrutiyet fikriyle devletin iç idari teşkilatlarında reformlar yaparak Ermenilerin kabul edilebilir bir özerkliğe kavuşabileceğine inanıyorlardı. Ermenilerin yönetici siyasi akımı Taşnak, Osmanlı İdarecileri İttihatçılarla bir anlaşma yaptı. Garo Sasuni bunun amacını şöyle belirtiyor:

“1- Meşrutiyeti her türlü gerici güçlere karşı korumak.

  2- Ermeni vilayetlerinde en önemli sorun olan toprak sorununa bir çözüm bulmak.

  3-Ermeni vilayetleri için, yöresel geniş bir özerk idareyi kurmak.”(23)

Sonuçta kendisine sosyalist diyen Hınçak, Sosyal –demokrat diyen Taşnaksutyun, Ermenilerle Kürdler arasındaki ilişkileri, hassas noktaları, ortak çıkarları doğru değerlendiremedi. İki halkın mücadelesini aynı yönde birleştirmeyi başaramadı. Bunun çabasına girmedi. Halklar arasında öfke ve nefret duyguları uyandırarak Ermenilere ve Kürdlere zarar verdi. Mesela feodal deyip Kürd aşiret reislerine yöneliyorlar, bunları hedef seçiyorlar. Aşiretin en tepesindeki kişi ile tabandaki kişi  akrabadır. Komşu da olsa yabancı biri aşiretten birini vurduğu zaman bu kan davasına dönüşür. Artık Kürdü kazanma ihtimali ortadan kalkar.

Garo Sasuni Kürdlerle dostane ilişkiler kurmak amacıyla Taşnak’ın çaba sarfettiğini kitabında yer yer değinir. İlginç bir örneği burada kısaca değineyim.1903 yılının sonbaharında  Taşnak’ın aktif üyelerinden Malhas özel bir görevle Şemdinan’daki Şeyh Mehmet Sıddıkla (Şeyh Ubeydullah’ın küçük oğlu) partisi adına görüşmeye gider. Şeyh Sıddık 10 bin kişilik güce sahiptir. Gelen temsilcinin hangi görevle geldiğinden önce haberdardır, çok iyi kürd misafirperverliği ile karşılar. Malhas Kürd komşularıyla işbirliği yapmak istediğini, Kürdlere karşı olmadıklarını, Osmanlılara karşı olduklarını diplomatik bir dille anlatır. Ve pratikte bazı taleplerde bulunur. Şeyh Sıddık’ın cevabı ilginç olduğu kadar, bir çok konuda bilgi sahibi,  Ermenilerin Kürdler aleyhinde olumsuz propagandalar yapmasından haberdar olması dikkat çekicidir:

“Siz Ermeniler Hıristiyan  olduğunuzdan belirli bir derecede himaye altındasınız. Herhangi bir köyde bir Ermeninin burnu kanadığında, bu haksızlığa karşı İstanbul’daki yabancı büyükelçiler Osmanlılara hemen şikayette bulunurlar. “Osmanlı” öldürür fakat suçlu daima Kürttür. Osmanlı  baskı yapar, kabahatli olan yine Kürttür. Hiç bir fenalık ortada mevcut değildir ki bunu yapan Kürt olmasın ve hiç bir zulüm yoktur ki buna maruz kalan Ermeni olmasın. Büyük yabancı devletler buna böyle inanıyor ve sizde aynısını iddia ediyorsunuz. Sizi sevmek için özel bir neden bulamıyorum. Fakat biliyoruz ki bu topraklar üzerinde siz de bizler kadar eskisiniz ve bu topraklarda yeni olanlar Türklerdir ve onlara karşı ikimizin de dostane bir tutum takınmamamıza hiç bir neden yoktur. Toprağımız geniştir ve iki halka da fazlasıyla yeterlidir. Başkalede ve Norduz’dan başlayarak Musul’a kadar olan bölgeler bizimdir, yukarısı da sizindir. İşte esas üzerinde düşünmemiz gereken konu budur. Siz bizimle birlikte olduğunuz takdirde, planlarınızı gerçekleştirmenizde size karşı olmaya hiç bir nedenimiz yoktur. “ Maslahın getirdiği talepleri kabul eder o da kendi isteklerini sıralar.(24)

Garo Sasuni durumu şöyle değerlendirir: “Taşnak partisinin amacı Sultan Hamid rejimine karşı olup onu devirmektir. Halbu ki Şeyh Sıddık’ın amacı ise Osmanlı devletinden ayrılarak, bağımsız bir Kürdistan devleti kurmaktı.”(25)

Varna’daki 5. Kongreden sonra Taşnaksutyun Osmanlı imparatorluğundaki yeraltı faaliyetlerini durduracağını duyurdu. Ama silahlı birimlerini dağıtmadı. Taşnaksutyun Van, Bitlis, Erzurum Vilayetlerinde hükümetin bilgisi dahilinde ve desteğinde silahlı birimlerini güçlendiriyordu.  Ermeni köylülere ya da yerel insanlara silahlı eylemlerde bulunuyordu. Ama failler yakalanmaz ve yargılanmazdı. 1913’ün ikinci yarısında Kürt “eşkiyalara” karşı operasyonlar düzenleniyordu.  Mir Mıhe’ye karşı düzenlenen operasyona Van’daki üç Taşnak şefinden biri olan Aram Manukyan da katıldı ve Osmanlı  birlikleriyle beraber çatışmalarda yer aldı.  (26)

Ermeni partileri programlarında teorilerinde ne yazarsa yazsın, tüm umutlarını Berlin antlaşmasında ifade edilen Batı devletlerinin dış müdahalesine bağlamışlardı. Balkanlardaki ulusal bağımsızlık savaşları batının müdahalesi ile kazanılan zaferlerdi. Ancak koşullar değişmişti. Britanya, Rusya rekabeti Ermenilerden daha önemliydi. Ermeni meselesi ne yunanistan ne de Sırbistandı.

Ermeni soykırımı Osmanlı devletinin kararıdır. İttihat ve Terakki ile başlamadı. Türkçülük ve islamcılık faşist düşüncelerden kaynağını almaktadır. İttihat ve Terakki yeni dönemde yeni bir boyuta çıkarmış, modern bir şekilde  ve kapsamlı sürdürmüştür. Mesela 1915 yılından önceki soykırımlarda Kürdler ya da Ermenilerde  pogromlar biçiminde bulunduğu yerde soykırım uygulanıyordu. (Gerçi Osmanlı geçmişinde sürgünler var. Bunu ayrıca değerlendirmek gerekiyor.)Ama bu kez devlet geçmiş tecrübelerin ışığında bunun başarıya ulaşmadığını görünce tehcir politikasıyla yaşadığı topraklardan kopararak daha başarılı olacağını düşünüyor. Aslında soykırım veya Osmanlıların son dönemindeki Etnisite Mühendisliği İttihat ve Terakki ile başlamıyor. Ondan önce var.

 Örneğin 1915 soykırımını İttihat ve Terakki yapmıştır. Peki 1895-96 yıllarındaki Ermeni soykırımını kim yaptı. İttihat ve Terakki yoktu veya iktidar değildi. Ya da 1825 Yunan ulusal hareketini bastırırken yapılan kırımlar, sonra bulgar soykırımı, Rum  ve Kürd soykırımları. Demek ki bir gelenek biçiminde sürdürülüyor. Demek ki mesele sadece Ermeni meselesi değildi. Osmanlıda Milletler meselesi idi. Devlette aynı politikayı sürdürmede bir süreklilik var. İttihat ve Terakki  biçimsel farklılıklar bir tarafa bırakılırsa Abdulhamid’in temel Türkçülük politikasını sürdürmüştür. Talat Paşa Abdulhamid’in on yılda yapamadığını biz bir kaç ayda yaptık demiştir. 

Türk yöneticiler bir çıkış yolu arıyordu. Çare olarak  hepsi de aynı kapıya çıkan üç ideoloji veya siyasi tutum öne sürülüyordu. Osmanlılık, Pan-Türkizm ve Pan –İslamizm.   Bunların hepsi yerine göre kullanıldı. Ama aslında hepsinin temelinde Pan-Türkizm yatıyordu. Diğer ikisi Pan-Türkizmi maskelemek veya bir motivasyon aracı olarak kullanıldı. Türkleştirme projesi diğer ulusal hareketlerle birlikte 18. Yüzyılda başlar. Osmanlıdaki reform hareketleri, modernleşme hareketleri aynı zamanda bir Türk ulusu inşa sürecidir. 19. Yüzyılın ortalarında artık devlet şekillenmesi bir Türk ulus devletine doğru evrilir. 1876 Anayasası ile resmi dil Türkçe olur. Devlet idari şekli türkleştirildiği gibi Türklere bir “vatan” yaratma süreci başlar. Türk –İslam homojenleşmesine gidilir.

 Aslında Osmanlıların ilk işgal ettikleri yer Balkanlardı ama burada tutunamayınca, doğuya yönelir.  Doğuda da Batılıların sandığı gibi bir Türk çoğunluğu yoktu. Ne bir Türk ülkesi ne de Türklerin çoğunluk oluşturduğu bir toprak parçası vardı. Burada etnik arındırma veya etnisite mühendisliği devreye girer. Bu İttihatçılarla  başlamaz, daha önce başlar İttihatçılar ile üst bir aşamaya çıkar. Herhangi bir ulusa verilecek kendi kendini yönetme, bir özerklik dahi olsa o ulus, ulusal güçlerini toparlıyor ve bağımsızlığıın yolunu döşüyor. Bunu gören Osmanlılar çareyi tümüyle sözkonusu ulusu yoketmekle, o sorunun da kökten çözeceğini (halledeceğini) düşündü. Osmanlı sınırları içinde kalan topraklarda Kürdler, Ermeniler ve Araplar kalmıştı. Araplar üzerine bir hesap yapmadı. O kadar geniş topraklara Türk nüfusu kafi(yeterli) gelmiyordu, azınlıkta kalıyordu. O zaman Anatolya ve Kürdistan kaldı. Türkler için Ermeniler, Kürdler ve Rumlar varolan tehditler arasında en ölümcül olandı. Yunanlılar, Bulgarlar , Sırplar, Arnavutlar, Araplar bir biçimde uzakta kalmış ve ayrılmışlardı. Ama Anatolya ve Kürdistan’dan vazgeçilemezdi. Devletin küçülmesi değil, dağılması ve yokolması demekti.

 Kürdleri “islamiyetle” ulusal davasından uzaklaştırılmış, ayrıca dünya güçlerinden tek bir desteği yoktu. Ermeniler ise dünya güçlerinin desteğine sahip ama imhası daha kolay bir etnisite idi. Her iki ulusu da yoketmeyi önüne koydu. Birinci aşama, bunları yokettiğinde, Türklere bir “vatan” oluşturacak, ikinci aşama, Orta Asya Türkleriyle birleşerek Büyük Türkistan emperyalist ülküsünü gerçekleştirecekti. Siyasi hedef belli ve nettir. Şimdi bunu karar alma, planlama ve uygulama sürecine kısaca bakalım. Ermeni tebaya karşı “Türk Anayurdunun tesisi ve müdafaası” için yöneticiler kendine “zorunlu” görev çıkardı. Dönemi içinde Türk yöneticilerinin bu “soykırım” politikasını ne Ermeni ileri gelenleri ne de Kürd ileri gelenleri tahlil edip ona göre tedbir alabildiler.

 Ermeni meselesi yaklaşık  yüzyıl sürmüştür. Ermeni meselesi 1828-29 Rus Osmanlı savaşı ile başlar. 1876-78 tarihlerinde uluslararası bir nitelik kazanır. 1877 Beyazıd katliamı. 1895-96 Osmanlı çapında bir deneme ve katliam. 1909 bir prova Adana katliamı. 1914 -17  Talat Paşa’nın deyimiyle  Ermeni meselesi “hallolur”.

Dikkat edilirse bu zamana yayılmış yüzyıllık bir süreçtir. Dünya güçleri Osmanlıdaki hıristiyan uluslara hamilik yaparlar. 1856 yılında İngiltere ve Fransa Osmanlıya, herhangi bir tehlike karşısında Osmanlıdaki hıristiyan halkları koruma ve gerektiğinde müdahale etme hakkını elde eden bir anlaşma imzalarlar. Ayestafanos ve Berlin antlaşmalarıyla beraber Ermeni meselesi uluslararası hal alınca, peşinden reform dayatılınca Osmanlı Ermeni soykırımını ön plana alır. Bunun için uygun anı kollar. Beyazıd ve peşinden 1894-97 kırımlarıyla Ermenileri dize getirse de tümden yokederek istediği hedefe ulaşamadı. 1909 Adana kırımı bir uyarı ve aynı zamanda provadır. Çukurova Abdulhamid döneminden beri Türkleştirilmektedir. Adana kırımı 10 gün sürmüş yaklaşık 15 bin ile 30 bin arası Ermeni katledilmiştir. Katliam İstanbul’dan koordine edilmiştir. Yönetim’de İttahatçılar vardır, Taşnakla ittifaktırlar.

 1911 yılında Selanikte yapılan İttihat ve Terakki gizli kongresinde imha kararı alındığı bir çok tarihçi tarafından dile getirilir. “İmparatorluğun Türk olmayan unsurlarının “gerekirse silahlı güçlerle”Türkleştirilmesi doğrultusunda karar alındığı belirtilmektedir.

Osmanlı 1. Dünya Savaşına Neden Girdi?

Balkan savaşından  sonra Ermeni örgütleri reformları devreye sokmak için bir cephede birleşirler ve Avrupa ve Rusya’da girişimlerde bulunurlar. Rusya kendisine bu işte birinci derecede rol biçer. İngiltere ile anlaşınca,  Ermeni sorununa yönelik uluslararası bloklaşma çözülür. Ama bu kez Britanya yerine Almanya Osmanlı hamisi kesilir. İki ülke arasında yapılan görüşmelerle uzlaşı sağlanır. 8 Şubat 1914 tarihinde Sadrazam  Said Halim Paşa ve Rusya İstanbul Maslahat güzarı Constantin Goulkevitch’in imzaladığı “Vilayat-ı Şarkiya Islahatı “  antlaşması olur.  Berlin antlaşmasına benzer bu antlaşma yürürlüğe girer. Bu anlaşma metnini, Nuri Dersiminin Hatıratım kitabında görebilirsiniz. Aslında anlaşma Kuzey Kürdistanı Ermenilerin yönetimine hazırlıyor ve veriyordu. Bu süreç Kürdler için ne getirirdi bugün artık tartışmak anlamsız. Trabzon da içinde olmak üzere 6 Vilayet iki yabancı müfettişin sorumluluğuna verilir. Norveçli Nicolos Hoff (Van, Bitlis, Harput ve Diyarbekir), Hollandalı M. Westenenk(Trabzon, Sivas ve Erzurum) 14 Temmuz 1914 ‘te görevleri onaylanır. Osmanlılar savaşa girince bu iki temsilciyi geri gönderir. Bu anlaşma ile Rusya artık Anadolu’nun içlerine uzanmıştır. Bu Osmanlının çöküşü anlamına gelir. Bir taraftan bu anlaşmayı yapan Osmanlılar diğer taraftan gizli olarak soykırım planını devreye sokar. Bu da yaklaşan savaşın gölgesinde uygulamaya konacaktır. Osmanlı’nın İttihatçı hükümetinin savaşa giriş kararı hayatta kalmak için alınmış bir karar olarak bazı tarihçiler tarafından değerlendirilir.

Birinci Dünya savaşı 28 Temmuz 1914’te başlar. Savaştan önceki durumu kısaca da olsa irdelemekte yarar var. 1912-13 yılları arasında Balkan savaşları oldu. Sırbistan, Yunanistan, Karadağ ve Bulgaristan işgali altındaki topraklarını kurtarmak, Osmanlı boyunduruğuna son vermek amacıyla Osmanlıya karşı savaş açtılar.  Güçsüz, moralsiz hazırlıksız ve yeterli askeri donanıma sahip olmayan Osmanlı, 14 kapsamlı muharebeden tek bir tanesini aldı. Gerisinin hepsini kaybetti. 30 Mayıs 1913  Savaşın sonunda Londra anlaşmasıyla büyük toprak kaybına uğradı. 23 Ocak 1913’te İttihatçılar darbe yaptı. Balkan savaşlarında yenilgi ile çıkan, çöken ve çözülen bir Osmanlı devleti neden Birinci dünya savaşına girer? Kimse Osmanlı devletine saldırmadığı halde, İtilaf devletleri karşısında kazanamayacağını bildiği halde savaşa girmenin çok önemli başka nedenleri olmalı. Bu konuda tarihçilerin çok farklı görüşleri var. Ama Türk resmi tarihçileri saçma teoriler ileri sürerken, meseleyi İttihatçıların maceracı hayalperestliğine yorumlayanlar var. Ama her nedense bu sır hiç açıklanmaz.

Osmanlı çöküşü yaşıyor. Büyük bir devletin himayesinde toprak bütünlüğünü korumak ister. İngiltere Rusya karşısında bu hamiliği yapıyordu. Büyük güçlerin çelişkileri,  çıkar çatışmaları arasında yüzyıldır ömrünü sürdüren Osmanlı, bu güçlerin bir araya gelerek uzlaşmasıyla artık miadını doldurduğunu yöneticiler  farketti. İngiltere yerine Almanya Osmanlı hamiliğine soyundu. Almanya Rusya’ya savaş ilan ettikten bir gün sonra Osmanlı ile işbirliği ve askeri seferberliği öngören anlaşma imzalıyor. Ama hiç bir devlet Osmanlıya savaş açmadan Osmanlı Karadenize aldığı iki Alman savaş gemisi ile Rusya’ya savaş ilan etmeden, Sivaptopol  limanını bombalıyor, 14 Rus gemisini batırıyor. Ondan sonra Rusya, İngiltere, Fransa Osmanlıya savaş ilan ediyor. Yani kimse Osmanlıya saldırmadan, Osmanlı, büyük olasılıkla savaşta yenileceğinin de hesabını yaparak istekle savaşa girmiştir.

Son dönemlerde yapılan bazı araştırmalar bu soruna açıklık getirmektedir: 1.Savaş koşulları içinde, Anatolya ve Kürdistanı Türkleştirmek, sınırları çizerek bir Türk vatanı oluşturmak, bu topraklar üzerinde etnisite mühendisliği yaparak, soykırım yaparak Türk çoğunluğu sağlamak ve Türk-İslam homojenliği yaratmak. Böylece bir “Türk vatanı” ve “Türk ulusunu” güvenceye kavuşturmak.  2. ”Diğer ulusların mal varlıklarına el koyarak, sermaye birikimi yapmak bununla iktisadi kalkınmayı sağlamak, “milli” dedikleri bir Türk burjuvazisi oluşturmak. 3. “Ulusal strateji” ile Türk devletinin geleceğini teminat altına almak. Diğer bir deyişle Osmanlının karşı karşıya olduğu bütün sorunları savaş ortamında köklü bir şekilde çözmek. Bu da ulusal kurtuluş dedikleri Anatolya ve Kürdistan’da etnik arındırma, soykırım yaparak Türk-islam homojenliği sağlamak. Ermeni, Kürd, Rum soykırımlarını yapmak. Büyük Türkistan hedefini gerçekleştirmekti.  Dikkat edilirse Osmanlı Balkanlarda kaybettiği toprakları kazanmak için saldırmıyor. İran’a ve Rusya’ya saldırıyor. Doğu cephesinde, savaş şiddetlendikçe Ermeni soykırımı ve peşinden Kürd soykırımı aynı şekilde şiddetlenir.  Enver Paşa Kürd olduğunu bildiği askerleri ölüme gönderiyor ve bunu “zafer” ilan ediyor. Bütün bunları barış ortamında yapamazdı.

Ermeni Soykırımı

Savaş nedeniyle Ermenilerin geleceği konusunda kaygılar gün be gün artar. Krikor zohrab,  günlüğünün 4/17 Ağustos 1914 tarihli  bölümüne şu çok çarpıcı gözlemini yazar “ Patrikhanede kimseler yok. Muhtelif  ikincil siyasal partiler kayda değer bir varlıktan mahrumlar. Sadece Taşnaksutyun var ayakta duran, o da gücünden çok umutlarıyla”. (27) Krikor Zohrab siyasal gelişmeleri en yakından izleyen temsilcilerden biridir. Taşnak, Jöntürk ilişkileri sonucu Patrikhaneyi denetimi altına almıştı. Diğer Ermeni partileri ise  tasfiye noktasına gelmişti. Soykırımın önemli bir paradoksu Taşnak yöneticileri ile İttihat yöneticileri arasında süren kişisel dostluklardı. İncelenmeye değecek kadar ilginçtir.

 Ermeniler savaşa ilişkin tavrını belirlemek için toplantı yaparlar. İstanbul’da toplanan Milli Ermeni Kongresi Ermeni Kiliseler temsilcisi Rahip Kapriel Cevahirciyan Osmanlı İktidarını destekleyeceğini açıklar.  2-4 Ağustos 1914 yılında  Erzurumda Taşnaksutyun’un 8. Kongresi olur ve savaştaki tutumunu Ermeni ulusu adına belirleyen bir tutum içindeler. Farklı görüşler vardır, tartışılır. İttahat ve Terakki’den Ömer Naci Bey’le Bahaeddin Şakir yanlarında yerel İttihatçı şeflerden Hilmi beyle birlikte Kongreyi ziyaret ederler ve Ermenilerin tavrını öğrenmek isterler.  Ermeniler, Osmanlının savaşa girmesinden yana değildir. Ama ittihatçılar savaş kararı alınmış gibi konuşurlar. Genelde, Osmanlı toprak bütünlüğünü ve Anayasal rejimi savunmak biçiminde ifadeler kullanmaları ittihatçıları memnun eder. Ama savaşın kritik anında tavır değiştirip Rusyaya karşı çıkmalarını ve Kafkasya’da isyan başlatmalarını isterler. Yeni bir ittifak yapmayı önerirler.  İttihadçılar  eğer Kafkas cephesinde Ermeniler Osmanlı kuvvetlerine  yardımcı olursa, Ermenilere özerklik sözü verirler. Ama artık Ermeniler bu vaadlere kanmazlar. Osmanlıdan yana tavır almaz.  “Tarafsız kalmayı” kararlaştırır. Bahaeddin Şakirin tutumu sert olur, bunun ihanet olduğunu söyler. Taşnak üyeleri Osmanlı genelinde takibe alınır.

Peşinden Ermeni yetişkin erkeklerin hepsi askere alınır. Maksat katliamda savunacak kimse kalmasın. Sonra soykırım başlamadan önce bunların elinden silah alınarak amele taburlarına dönüştürülür. Katliam başladığında bunlar da yokedilir. Diğer taraftan gereken hazırlıklar yapılmış düğmeye basılır. Ermeni tehciri Şubat 1915’te Kilikyada başladı.  Zeytun bölgesinde asker kaçakları bahane gösterilir. Burada durum açıktır büyük askeri kuvvetlerle Zeytunlular bastırılır, nüfus Konyaya doğru tehcire çıkarılır. Hemen anında Antep’te olan Balkanlar ve Kafkaslardan gelen göçmenler Zeytun’a  yerleştirilir, Zeytun’un ismi Süleymanlı olarak değiştirilir. Peşinden Van’a el atılır ama Van’da direniş başlar. Osmanlı Ordusunun Rusya karşısında yenilgisi bahane edilerek 24 Nisan 1915’te İstanbul’da bir gecede  240 aydın tutuklanır. İki gün içinde bu rakam  2.345’e yükselir. Amaç İstanbul’un merkez rolü oynamasıdır. 31 Mayıs 1915 te kanun çıkarılır. Tehcir yasalaştırılır. Böylece Peşinden bütün ülke çapında Talat Paşanın Emri ile Ermeniler Dehr-i Zor’a tehcire çıkarılır. Akla ve hayala gelmeyecek vahşi yöntemlerle yol boyunca kırım başlar. Talat Paşa’nın defterinde 924.158  Ermeni tehcir edilmiştir. Irak ve Suriyeye yaklaşık 500.000 kişi ulaşmıştır. Müttefik kuvvetler geldiğinde 200.000 kişi kalmıştır. Yani orada da 300.000e yakın Ermeni öldürülmüştür. Toplam’da 1.300.000 -1.500.000 civarı Ermeni vardır. Yokedilen Ermeni sayısı, Türk tarihçileri bütün 1. Dünya savaşı boyunca öldürülen Ermeni sayısını 300.000 verirken, diğer kaynaklar 600 bin ile 800 bin arasıdır.  

Katliamlar Karşısında Kürdlerin Tavrı

Önce şu belirlemeyi yapalım. Ermeni soykırımı ve peşinden gelen Kürd soykırımı karşısında iki halk da gafil avlandı bunu beklemiyordu. Dolayısıyla bu planı boşa çıkaracak hazırlığa da sahip değillerdi. Osmanlı Türk yöneticilerin en çok korktuğu ise bir Kürd Ermeni birliği idi. Böyle bir birlik soykırımı boşa çıkarabilir ve Osmanlıya kaybettirirdi.  Osmanlı birliğin  ihtimalini bile ortadan kaldırdı ve oluşmaması için çok özel çaba sarfetti. Osmanlı Türk yöneticileri bir kaç adım önde her şeyi önceden planlamıştı ve planı savaşın gölgesinde adım adım uyguladı. Kürd halkı örgütsüzdü. Ermeniler daha örgütlü idi, bir planı vardı ama düşmandan böyle pervasız ve vahşice bir saldırı beklemiyordu.  Gelinen uygarlık aşamasında dünyadaki büyük güçlerin böyle bir soykırıma izin vermeyeceğini düşünmüşlerdi. Ama yönetici Türkler bunu savaş ortamında uygulamaya soktular.

Ermeni kırımları karşısında Kürdlerin durumunu açığa çıkarmak en başta Kürd aydınlarının, yurtseverlerinin görevidir. Bütün siyasi ve ideolojik kaygıların dışında bunun tarihsel bir önemi vardır. Kürdler üzerinde oluşturulan siyasi maksatlı hesapları ve popüler önyargıları kırmak gerekir.

Abdülhamid döneminden son İttihadçı döneme kadar suçu Kürdlere yıkmak, bütünüyle Kürdlerin “geriliği” ve “dinsel bağnazlığına” bağlamak iddiası, doğru bir perspektive oturtulmamış, boş ve Türk soykırımcılarını aklayan iddialardır.

Kürdler binlerce yıldır Asuri ve Ermenilerle birlikte yanyana iç içe yaşamışlardır. Ne kanlı bir trajedi ne de jenosid görüldü. Binbaşı K. Manson Londra’da Kraliyet Coğrafya Derneğinde verdiği Konferans’ta Kürdlerin sorumluluğu konusunda, Kürdistan’da Hıristiyanların yüzlerce yıldır bir mutluluk içinde yaşadığına işaret eder, der.  V. Gordlevski “ Müslüman Kürtler ile Hıristiyan Ermeniler arasında din farklılığının hiç bir rolü yoktur” der. Olayın tarihsel mantıksal boyutu ile izahı yoktur.

Ermeni soykırımının siyasi amaçlarını, karar mekanizmasını ve nasıl organize edildiğini yukarıda özet şeklinde açıkladık. Osmanlı devletinin ordusu, milis güçleri, istihbarat teşkilatı ve camilerde okunan hutbelerle devlet hiyerarşisi, emir komuta zinciri içinde olayları nasıl organize ettiği açıkça ortadadır. Devlet görevlisi devlet aygıtının bir parçasıdır. Eylem devletin eylemidir. Askerler, zabıtalar, milis güçleri, Hamidiye Alayları devletin adamı olarak değerlendirmek gerekir. Devletin emir ve komutasında bireysel bazda bazı Kürdleri  katması sonucu değiştirmez. Bunun toplamı Osmanlı-Türk yönetiminin faaliyetidir. Sonuç olarak Kürdler Ermeni kırımından sorumlu tutulamaz.

Ermeni soykırımı karşısında Kürd  yurtsever aydınları tavır aldı.  Kürdleri binlerce yıldır birlikte yaşadığı Ermeni kardeşlerinin katliamına katılmaması için uyardı. Türk barbarlarının yaptığı katliama ortak olmamasını istedi. Kürdistan gazetesinin yayın yönetmeni Abdurrahman Bedirxan’ın onurlu davranışı örnektir. Köhne Osmanlı yönetimine karşı Kürd muhaliflerinin tek sesi Kürdistan gazetesi çok sayıda makale yayımladı. Osmanlının “böl-yönet” , halkları birbirine düşmanlaştıran politikalarına karşı çıktı. Kürdlerin yardımsever ve misafir perver olduğunu, Ermeni komşularını kollaması koruması gerektiğini, dini inançlarına hitap ederek islamiyette katliamın günah olduğunu, Şeyh Ubeydullah’ın tavrını hatırlatıyordu. Katliama katılanları tek tek kınıyor isimlerini veriyordu. “Kürtler şimdiye kadar kimseyi incitmediniz, Devlet makamları sizi kandırıyor, sizin ve atalarınızın adına leke sürüyorlar.” Diye uyarı yazıları yayımlıyorlardı. Keza Şerif Paşa Meşrutiyet gazetesinde, İttihatçılar’ın milliyetçi politikasını, özellikle de Ermeni katliamına ilişkin yönlerini mahkum ediyordu.

Türklerin hakimiyetinin kısmen dışında kalan veya Kürd hakimiyetinin zayıf olduğu Kürdistan’ın Güney bölgeleri Ermeni kırımına katılmadılar. Katliamda da çok sayıda Ermeniyi kurtardılar.

Sasun’da Ermenice konuşan Kürt Şeho bölgenin Ermenilerini, diğer aşiretlerin yanına sığınmış 12 bin Ermeniyi kurtarabilmişlerdi.

Yezidi Kürtler ellerinden gelen her türlü yardımı yaparak Ermenilere destek çıktılar. Yüzlerce Ermeniyi barındırdılar.

. 1915 yılındaki soykırımda “Her kim ki Ermeni bir erkek, kadın ya da çocuğu evinde saklamaya cüret ederse bir Ermeni gibi muamele görecek ve bunların kendi evinde yakalanması durumunda kellesini kaybedecektir” ifadelerini kullanan hükümet duyuruları bir çok yerde dağıtıltı. Kürdleri,  Ermenileri öldürmeye zorluyorlardı.

 Abdulaziz Yemluki, yetkililerin başka yörelerden getirdikleri mahkumlara Kürt Elbiseleri giydirerek kıyıma katılmak üzere gruplar halinde Erzuruma ve Diyarbekire gönderdiğini belirtir. (28)  İlk katliamda da Askerlere Kürt Elbiseleri giydirmişlerdi.

İçinde bulunduğu gerilikten ve ağır ekonomik koşullardan cahil ve yoksul Kürtlerin bir kısmı devletin teşviki ile yağmaya talana katıldılar.  Ama devlet bununla yetinmedi. “Onlara(yani Kürtlere) Ermenileri yoketme emrini verdik, ama onlar öldürme yerine yağmaya daha hevesliydi” (29)  Padişah’ın ve hükümetin emirlerini uygulayarak yalnızca bir ödevi yerine getirdiklerini sanan kandırılmış Kürdler de vardı.

Rus birlikleri Kürdistan’da ulaştığı her yerde Kürtler arasında Ermeni sığıntılara rastladılar. Hatso köyündeki Ermeniler Kürtlerin kendileri açlık çekmelerine rağmen ekmeklerini kendileriyle paylaştıklarını söylerler.

Garo Sasoni şöyle der: “ Ben şahsen bu konuyla ilgili olarak şu gerçeği kendim saptadım. Birçok Kürt aşiret reisleri ,1915-1917 senelerinde Ermenileri kendi muhafazaları altına alıp, onlara Kürt elbiseleri giydirerek saklamış olduklarından, sonradan Osmanlı idarecileri tarafından cezalandırılmışlardır.” (30)  

Ayrıca Kürdler ve Ermeniler arasında işbirliği ve uzlaşmayı savunan, Ermenilere yardım eden Kürdler anında tutuklanıyor, bilinmiyen bir akibete uğruyordu.

Garo Sasuni’nin hayrete düştüğü konulardan biri, Reaya Kürtlerin, aşiretlerden daha kötü rol oynadığıdır. Osmanlılar bunları görevlendirip kötü kullanmışlar. Bazıları aşiretlerin yanına sığınan Ermenileri de ihbar etmiştir.

Bununla birlikte Kürdler felaketin mağdurlarına bir çok yerde ellerini uzattılar. Gordlevski bu konuda şöyle bir yorum yapmaktadır. “Ermeniler’in her yerde dara düştüklerinde onları Türklerin elinden kurtaracak Kürt dostları vardı. 19.yüzyıl sonlarındaki Ermeni katliamlarında durum böyleydi. Aynı şey şimdi ( 1. Dünya savaşı) içinde geçerlidir. Ermeniler’i kurtarmış Kürtleri birçok vesileyle tanıma olanağını buldum”(31)

Şimdi bir çok örnek verelim. Hamidiye Alaylarının oluşumunda rol oynayan sözde Abdulhamid’e bağlılığıyla tanınan İbrahim Paşaye Milli 10.000 kadar Ermeniyi kurtarmayı başardı. 1894 yılında Urfada 2500 kadın ve çocuğun sığındığı kiliseyi ateşe verdiler. Mustafa Recep Ağa, Heyder ve Xelil Receb’in yardımlarıyla 50 Ermeni kurtarılabildi. Mertliği ve yiğitliğiyle tanınan Mahmutzade Beytullah Bey Muksi, yörenin bütün ahalisini ölümden kurtardı. Yanına 400 adamını topladı . Hamidiye Alayları askerlerini kovaladı. 1895’te Ermenilere yardımda kullanılmak için 300 altın bağışladı.

Bir çok yörede Ermenilerin kaçıp saklanmasına yardımcı oldular. Bazı yerlerde kıyıma karşı silaha sarıldılar Dersim Kürdleri bu konuda örnektir, 36 bin Ermeniyi kurtardıklarını Nuri Dersimi Hatıratım’da belirtir. Katliamın ileri safhalarında Mıstafa Vefa adlı bir Kürt Subayı komutasındaki kuvvetlerle birlikte Rusların safına geçer.

1.Dünya savaşı bittikten sonra çok sayıda Ermeni çocuğun Kürt aileleri yanında saklandığı ortaya çıktı. (30) Binbaşı Noel anılarında, Sinemilli Aşiretinin 60 Ermeniyi barındırdığını anlatır. Mondros Mütarekesinden sonra Kürt heyetleri İngiliz yetkililere başvurarak yanındaki Ermenileri teslim etmek istediklerini bildirdiler .

“Çoğu kadın ve çocuk olmak üzere köylerimizde 650 Ermeni bulunuyor. Yakın komşularımızın yanında da 3.800’den fazla kişi var. Dört yıl boyunca hayatta kalmalarını sağladığımız için, onlara verdiğimiz ekmeğin boşa gitmesini istemiyoruz. Ayrıca bizden biraz  uzaktaki dost aşiretlerin çadırlarında temas kuramadığımız 6.800 daha Ermeni bulunduğunu biliyoruz.”  (33)

Kürd Soykırımı

Kürd soykırımı şu üç aşamadan geçti:

1.19 yy boyunca Kürd Mirliklerin ortadan kaldırılması süreci

2. a) Osmanlıların planlı soykırımı, 1916-1918 Ermeni soykırımından sonra sürgünlerle başladı. 1. Dünya savaşının bitimi ile son buldu.

b) Rusya’nın Kürdistana girişiyle Rus kuvvetleriyle birlikte gelen Ermeni gönüllü birliklerinin yaptığı kırım.

3. Türk sömürgecilerinin son kırımı 1919 Koçgiri isyanıyla başladı, Şeyh Sait, Ağrı ve en son Dersim 1938’ e kadar sürdü.

1915’in sonlarına doğru Ermeni katliamı bitiyordu. Kürdler geçmiş deneylerden hareketle korkunç Türk tehlikesinin şimdi de kendilerine yöneleceğini sezdiler.  Askeri komutanların dediği, Zo’lar bitmişti, sıra Lo’lara gelmişti. Osmanlı hilekarlığını bilen aşiretler durumu hissediyorlardı.

Fakat o dönemde Kürdlerde ne durumu analiz edecek yönetici bir kesim ne de güçlü bir Kürd örgütü vardı. Kürdler başsız bir gövde, lidersiz bir yığındı. Aşiretler arası ilişkiler kesilmiş, Kürd kuvvetleri değişik harp cephelerinde bulunuyor.  Kürd aydınları ve subayları Türklerin idari ve askeri  kontrolü altında..  Zaten örgütlü, güçlü bir Kürd gücü ve beyin takımı olsaydı, Ermeni soykırımında güçlü bir tavır geliştirir, 1.  Dünya savaşını Osmanlıya karşı bir ulusal kurtuluş savaşına çevirirdi. Her kürd kendi bölgesine çekilmiş birbirinden kopuk, savaşın getirdiği ağır ekonomik zorluklarla, açlıkla boğuşurken, savaşın karanlık ortamında hilekar Türk, kılıcını işliyordu. 1916 yılında Kürd soykırımı başladı. Ermenilerin kırımından devlet yöneticileri büyük tecrübe edinmişti. Gerekçeler ve tarz farklıydı. Ama çaresiz ve bilinçsiz Kürt halk kitleleri bir soykırım altında olduğunu bile bilmiyordu.

İttihatçılar savaş başlamadan önce Ermeni ve Kürd soykırımı düşüncesine sahip oldukları ve planladıkları açıktır. Savaş etnisite mühendisliği için uygun ortamı sağlar. Şifreli telgraflarla merkezden yönlendirilir. IAMM(Iskan-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti) 14 Mart 1916’da AMMU (Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi) olarak yeniden organize edilir. AMMU’nun bir amacı da “aşiretlerin medenileştirilmesidir”. Kürdleri asimile politikası Abdulhamid’e dayanır. Hamidiye Alayları ve Aşiret Mekteplerinin kuruluşu Hamit Bozarslanın deyimiyle “ temelde aşiret yapısına dayalı Kürt toplumunun bünyesinde devlet ve dinin muhataplarını yaratmaktır.”  İttihatçı Türkçüler kırımla birlikte bu politikayı sürdürür. Ziya Gökalp bunu bir proje haline getirir ve yürütürler. “Gökalp’ın etkisiyle, Cemiyet’in 1913 Kongresi aşiret bölgelerinin idaresi, aşiretlerin iskanı gibi konularda çeşitli kararlar alır”(34)

1916’da Ruslar birçok vilayeti alır. Gelen göç dalgası Sivas  bölgesinde birikir. Ama İttihatçılar Kürdleri Türk bölgelerine serpiştirirler. Daha önce,Talat Paşa, Konya, Kastamonu, Ankara, Sivas, Adana, Aydın ve Trabzon, Kayseri, Canik, Eskişehir, Karahisar, Niğde’de yaşayan Kürdler hakkında rapor istemiş, Kürdlerin sayıları, aşiret yapılarını koruyup korumadıkları, ana dilleriyle konuşup konuşmadıkları vs. konularında bilgi toplamıştır. Kürdlerin nüfusu bu bölgelere %5i geçmeyecek şekilde serpiştirilmiştir. Kürd toplumunun toplumsal dokusunu bozacak şekilde aileler birbirinden koparılarak dağıtılmıştır. Az sayıda gelen Türk mülteciler ise Kürdistan bölgesine dağıtılmıştır. Bunlar Ermenilerden kalan mülkler üzerine yerleştirilmiştir. Ayrı kayıtlar tutulur. Kürdler “sicili esas”a, Türkler ise “misafir defterine” kaydedilir. Maksat Kürdleri bir daha eski topraklarına geri dönüşe izin vermemektir.

Osmanlı eski soykırım tecrübelerinden ders çıkararak sonuç alması açısından Ermenilerde olduğu gibi yine insanları yerinden etme (Tehcir, sürgün) vardı.  Geçmiş deneylerde her ne kadar kırım yapsa da tümden yokedemiyordu. Kürdlerin yaşadığı topraklar onların yaşam alanıydı. Onun her yönüyle tanıyor ve bu yaşam alanı üzerinde yeniden boy veriyordu. Tehcir çok farklı sonuçlar doğuruyordu. Tümden bir yokoluş süreciydi. Savaş bahanesiyle eksi 20 -30 derecede Kürdler yerinden ediliyor nüfusu hiç bir yerde çoğunluğu oluşturmayacak şekilde iç Anadoluya doğru yola çıkarılıyordu. Emirler kesindi, gittiği yerlerde ve yolboyunca Kürdlere yardım edilmeyecekti ve yol boyunca askeri saldırılarla imha edilecekti. Yollarda açlıktan, soğuktan ve hastalıktan kırılacaktı. Yaşlı, genç, kadın,çocuk tümden kırılacaktı. Türkler böylece çoğunluk oluşturacak bir ulus ve ülke yaratılacak ve Turancılık önünde engel oluşturan asıl büyük ulus Kürtler ortadan kaldırılacaktı. Kalanlar da asimile edilecekti.

Soykırımın siyasi bir amacı vardı ve önceden planlıydı. Ruslar daha Osmanlı toprağına girmeden Talat Paşa yerel yöneticilere yazdığı telgraflarla Kürd sürgünlerinin yerleştirilmeleri için gereken hazırlıkların yapılmasını istemişti.

“Sürgün” ve “mecburi iskan” uygulamaları, “mülteci” ve “savaştan kaçanlar” diye adlandırılıyordu. Van, Bitlis ve Erzurum’da nüfusun büyük çoğunluğunu Kürdler oluşturuyordu. Rusların saldırı bahanesiyle 1916 baharından itibaren Kürd sürgünü başladı.

“Kürt mültecilerin sayısını belirlemek için ise, öncelikle Rusya’nın işgal ettiği bölgelerin savaş öncesi 2,3 milyon Müslüman nüfus barındırdığı hatırlatılmalıdır. Ekim 1916’da 659.100 olarak hesaplanan toplam mülteci sayısı, Ekim 1916’da702.900, Aralık 1916’da 1.077.155 ve Mart 1918’de 1,5 olarak zikredilir. Savaş sonrası AMMU, resmi kayıtlara geçen yardım edilen mülteci sayısını ise 902.865 olarak açıklar. Ancak, tüm bu iltica, sevkiyat ve iskan sırasında gerçekleşen insan kayıpları konusunda bir rakam verilmez. Sadece Cemal Paşa’nın oldukça abarıtılı iddiası vardır ki, kendisine göre “Kürt ve Türklerin kaybı 1 milyonu aşmıştır.” (35)   Talat Paşa’nın defterine göre toplam sayı 702.905 tir.

Ermeni örgütleri beklenilen reformlar dolayısıyla bir örgütlülüğe, siyasete ve plana sahipti. Kürdler ise Türk yönetiminden nefret etmelerine rağmen, bazı istisnalar hariç yönetimin dayattığı bütün kurallara uymak zorunda kaldılar. Kürd gençleri cephelere sürülerek imha edildi. Enver Paşa Sarıkamış başarısızlığını şöyle anlatıyordu:

“Sarıkamış çarpışmasında dıştan bakarsak yenildik sayılır, fakat gerçekten muzafferiz. Çünkü, Sarıkamış ormanlarından Erzurum’a kadar uzanan yollar üzerinde onbinlerce Kürt gençlerinin cesetlerini bıraktık”( 36)  

Ermeni kırımından sonra şimdi de Kürdleri yoketme yoluyla Kürd sorununu çözmeye yöneldiler. Kürdlerin bölgeden sürülmesinin bir amacı da Ruslarla veya Ermenilerle biraraya gelmelerini engellemekti. Tavır değiştirme ihtimalini ortadan kaldırmaktı.

Ermenilerin Yaptığı Kürd Kırımı

Kürdlerin kırımı Türk yönetiminin planlı girişimleriyle sınırlı kalmadı. Ermenilerin Kürdistanı Kürdsüzleştirme planı da devreye girdi. Rus Osdusunun bölgeyi işgal etmesiyle azınlıkta olan Türkler Türk ordusu ile geri çekildi. Kürdlerin ise bir kısmı “Türk planı” dahilinde geri çekilirken bir kısmı tarafsızlıkları nedeniyle  Kürdistan’ın dağlık alanlarına çekildi. Ermeni Gönüllü Birlikleri Rus kazakların desteğinde kinle Kürdleri kırmaya giriştiler. Bir kısmı bu kırımları Ermenilerin intikam almalarına bağlarken aslında mesele bundan ibaret değildi. Çünkü o sınır bölgelerde Ermenilere yönelik kürdlerin katıldığı bir kırım olmadı. Ermeniler cephe gerisindeki Kürdleri kırdılar. Bununla Türklerin yaptığına benzer  Kürdistanı Ermenistan yapmak istiyorlardı. Birkaç yıl içinde Kürdlerin bir kısmı dağlarda açlıktan, soğuktan öldüler. Yer yer direnseler de Ermeniler Rus ordusu desteğinde güçlü silahlara sahipti.  Mesela Aladağ ve Abağa Kürdlerinin 40 köyü harap edildi bütün insanlar imha edildi. Kalanlar Zilan vadisine sığındılar, üç yıllık işgal döneminde çoğu dağlarda açlıktan eridiler. Rus kuvvetleri çekilince Ermeniler bölgeyi savunmaya çalıştı ama Türk ordusu karşısında tekrar çekilince Kürdler bölgede kalan Kürdlerin varolduğunu düşünüyorlardı. Garo Sasoni “500.000 Kürtten ancak 100.000 kaldığını” yazar.(37) Taşnak yöneticisi Garo Sasuni de bölgede olduğunu söylüyor. Yani onun verdiği rakama göre 400.000 Kürd Ermeniler tarafından kırılmıştır. İntikam diyerek buna haklılık gerekçesi kazandırmaya çalışsa da Ermeni idarecilerin bu kırımı Kürd toplumunun hafızasında derin izler bırakmıştır.

Ermeni katliamı boyutunda olmasa bile Ruslarla birlikte gelen Ermeni gönüllülerce bir Kürd katliamı olduğunu batılıların bildiğine işaret eden Binbaşı  Noel gördüklerini şöyle anlatır: “Bu kış Revanduz’u ziyaretimde gördüm ki bu kent tamamen imha edilmiş. Ancak bu, Ruslar tarafından değil, onlarla birlikte gelen Nesrani(Ermeni) askerler tarafından gerçekleştirilmiş.

Belek aşiretinin çok güzel yüz köyünden iki üç tanesinin dışında tümü yıkılmıştır. Bradost bölgesinin Rewandok yöresine dek otuz köyden ne bir kadın ne bir çocuk ve ne de bir erkek kurtulmuştur, tümü öldürülmüştür.” (Noel,s.161) Buralar Ermeni katliamına bulaşmamış bölgelerdi.

Rusya’nın işgali Türk yönetimi için bulunmaz fırsatları sunmuştu. Kürdlere soykırım planını devreye sokarken, Rusya’nın desteğinde Ermeni gönüllü birliklerinin saldırıları Kürdlerle Ermeniler arasında tam bir kırım savaşına döndü. Osmanlı ordusunda yarbay rütbesiyle görev yapan Venezüella vatandaşı Rafael Nagoles anılarında şöyle anlatır: “ Kürdler Ermeni erkeklerini öldürüyordu. Ermeni komitacılar ise ayırım yapmadan Kürt erkek, kadın ve çocuklarını öldürüyordu.” (38)

Sınırlı sayıda kalan Kürd aydınları Kürd ve Ermeni ulusları arasında kin, husumet ve düşmanlık geliştirmesin diye Ermeni güçlerinin Kürdlere yönelik saldırılarını kırımlarını yazmadıklarına işaret eden Nuri Dersimi, Ermenilerden aynı tutumu görmediklerini Hatıratım kitabında belirtir. Ve bazı olayları anlatmak zorunda kaldığını hisseder. 1914 ile 1919 arasında 1,5 milyon insanın öldürüldüğünü,  bu zararın çoğunun Ermeniler tarafından bilfiil işlenen cinayetler olduğunu ifade eder.(Hatıratım)

Nuri Dersimi’nin Hatıratım’da hatırlattığı bazı olaylar:

Ermeni Taşnak üyesi Rafi Kürdler hakkında olumsuz progandalar içeren kitap yayınlamıştır. Ermeni basını sürekli Kürdleri karalayan yayınlar yapar.

Ermeniler, Kürd Mazrik aşiretine ait Sason Xanasor bölgesinde 25 Temmuz 1897de sabaha karşı ani bir baskınla 800 çadırdan oluşan bütün varlığını, çocuk, kadın hepsini ortadan kaldırırlar. Bunu da her yıl kahramanlık günü olarak anarlar. Aravil gazetesi 1952’de 4. sayfasında yer verir.

Bitlis’in Reşadiye müdürlüğüne bağlı Karçikan bölgesinde 20 Kürd köyü Kazaklara öncülük eden Ermeni birlikleri tarafından yakılmış, 30 erkek ve 1 kadın kılıçlarla doğranmış, 5 kişini vücudundaki çeşitli organları kesilmiştir.

Bitlis’e bağlı Kisan vadisine sığınan 100 Kürd ailesi Ermeni birlikler tarafından kadın,çocuk ayrımı gözetmeksizin imha edilmiştir.

1915’te Ruslar Pasini işgal edince Muş, Gumgum(Varto), Gexi (Kiğı), Palu bölgelerinde Ermeniler sürekli baskınlarla çok sayıda sivil Kürd öldürdüler.

2 Mart 1918 gecesi Ermeniler Hınıs’ın Mirsit köyü Hesenaxa kabilesini basmış, oradaki bütün Kürdleri imha etmiştir. Yine o günlerde Karaköy nahiyesinde Lolan Kürdlerinden Kadın, çoluk, cocuk 1500 kişiyi evlere doldurarak yakmış ve yoketmiştir. Seyyit Rıza  Erzincan Kürdlerini kurtarmaya gitmiş, oradan Erzuruma gitmiş 27 Şubat 1918’de binlerce Kürdü Erzurum’da yaktıklarını ağlayarak anlatır. Kestikleri Kürdlerin derilerinden kendilerine cep yapmak, kadın ve çocukları vahşice öldürmek Ermeni savaşçıların vahşetleri arasındadır.

 Ruslar bölgeden çekilince tutunamayacağını anlayan Ermeni idarecileri Kürdlerle diyaloğa geçer. Nuri Dersimi Kürdistan  Tarihinde Dersim kitabında iki kez Kürd heyetinin Ermeni temsilcileriyle görüşme yaptığını yazar. Birisine Ali Şer’in kendisi katılmıştır. Uzlaşmak isterler ama Ermeni yöneticilerle anlaşmak mümkün olmaz. Çünkü denizden denize ve 6 Vilayette egemenlik isterler. İki heyet de bu talepleri kabul etmez.

Garo Sasuni kendisinin de olduğu, Tekman, Bingöl, Şusar ve  Varto’daki  Kürd liderlerini ve delegelerini 40 kişi kadar Ermeni toplantısına davet eder. Toplantı 24 saat sürer. Savaşın nedenlerini, olayları açıklarlar, Kürd Ermeni işbirliği üzerinde dururlar. Kürdlerin bir kısmı söz verir ama tereddütlüler. Kürdlerin güveni tamamen yıkılmıştır. Türklere de kin duyuyorlar ama dayanacakları kimse yoktur.

Sonuç

Türk yönetiminin Ermeni ve Kürdlere yaptığı soykırım boyutuyla tarihin bir dönemini irdelemeye çalıştık. Türk yönetimi iki ulusu “böl –yönet” politikasıyla birbirine karşı kullandı ve sonunda bu iki ulusu yoketme amacıyla ulusal meseleyi çözmeye çalıştı. Birinci dünya savaşının gölgesinde Ermeni meselesini bu topraklarda yokederek “çözdü”. Kürdlerin soykırım süreci devam ediyor. Kürdlerin bir önceki nesli yaşadıklarını yeni nesile aktaramadı. Sayıca az aydını olan Kürdler bütün olayları kaydederek yazıya dökmedi. Sömürgeci Türk devletinin 1919-1938 yılları arasında yaptığı kırımlarla sadece Kürdlerin bedenlerini toprağa gömmedi, Kürdleri yoketmek maksadıyla tarihten gelen, toplumsal hafızasını da yoketti. Sonuçta Kürdler tarihi belleğini yitirdi.

Ermenilerin aydın bir tabakası vardı. Ermeni örgütleri sürekliliğini korudu. Ermeni devleti de kurulunca Ermenilerin  hafızasını canlı tuttu. Ermeni aydınları olayları kaydettiler ve gelecek nesile aktardılar. Biz Kürdlerin hafızası kısmi dengbejlerin stranlarında ya da sürgünde ölen bir kaç aydının hatıralarında kısmen yansıdı. Başsız bir kütle, belleğini yitiren bir toplumla karşı karşıyayız.

Kürd aydın ve politik çevrelerinde sadece Ermeni jenosidi konusunda değil, genel olarak ortak bir ulusal tarih bilincine sahip olmadıkları görülüyor. Mazlum bir halkı götürüp “kardeşlik hikayesi” ile Türklerin kanlı tarihine “ortak” ederler.  Bütün Kürdlerin kuşkusuz aynı düşünmesini beklemiyoruz. Her farklı sınıfın, tabakanın veya ideolojik ve siyasi çevrenin farklı duruş sergilemesi düşünmesi işin doğası gereğidir. Ama sorun farklı ideolojik ve politik çevrelerin tutumundan kaynaklanmıyor. Eğer toplumun ortak hakları, duygu ve düşünceleri ortak bir noktada kesişirse bu ulusal tavır olarak kendini gösterir. Kuzey Kürdlerin devleti, okulları, eğitim kurumları, üniversiteleri olmadığından ortak bir tarih ve ulus bilincine de sahip değiller. Bu da ister istemez aydın kesimlerinde “yaralı bilinç”, yanlış bilinç düzeyi getirmektedir. Yani egemen Türk sömürgecilerinin ideolojik hegemonyası sözkonusudur. Sömürgecilik varolduğu sürece Kürdler üzerinde bu ideolojik ve siyasi hegemonya sürecektir. Mesela İslamiyetle ya Arap veya Türk ideolojik ve politik görüşlerinin esiri olmuşlardır. Türk yönetimi, Çanakkalede haksız bir savaş olan 1. Dünya savaşını yürütmüştür. O dönem Osmanlı topraklarındaki herkes gibi Kürdleri de kullanmıştır. Ama bilinçsiz Kürd, bir amentü gibi ezberletilen,  Malazgirtten girer, çanakkaleden çıkar, kendini “yalandan kurgulu” “Türklerin kanlı tarihine” ortak eder. Onların okullarda ve medya kuruluşlarında anlattığı “hamaset” nutuklarına, masallara kanmıştır. Onunla “gurur” duyar. Böylece “efendisi”nin daha çok hoşuna gideceğini düşünen uşak gibidir. Halbuki o tarih aynı zamanda boynuna geçirilen sömürgeci boyunduruğunun tarihidir.  Ermeni, Yunan vb. konularında da aynı tutumu görürüz. Aydın, demokrat, sosyalist geçinen birileri de bunu Kürdlerin “ulusal iradesi” diye pazara sürer.

Başta soykırımın mimarı ve uygulayıcısı İttihat ve Teraki, Teşkilatı Mahsusa  ve burada Talat Paşa, Bahaddin Şakir’in baş rolü açıktır. Karar mekanizması Osmanlı devletidir. Hangi şahısların bu kararın altında imzası olduğu ve olayın nasıl planlı bir şekilde hayata geçirildiği açıkça ortadadır. Bunun saklısı gizlisi yoktur. Uygulama bizzat Osmanlının ordusu ve devletin örgütlediği  ve cezalarını bağışlamaları karşılığında cezaevlerindeki mahkumları eğittiği serseri takım, yarı-sivil milis güçleri ve yan kuruluşlarıdır. Kürdlerin kararda, planda ve uygulamada söz sahibi değil. Peki neden Kürdler hep sözkonusudur edilmektedir.

Soykırım bir devlet veya örgüt eliyle bir amaç uğruna planlı bir girişimdir. Bir yerde iç savaş çıkabilir. Kanlı çatışmalar ya da katliamlar yaşanabilir. Bu bir toplum içinde sınıf ve iktidar savaşları olduğu gibi toplumlararası , halklar, uluslar, etnisiteler arası savaşlar da olabilir.  Bunlara peşinen jenosid demiyoruz. Bunlar etnik çatışmalardır. Birisinden az birisinden fazla insan ölebilir. Bu sonucu değiştirmez. Eğer Ermeni kırımı, Kürd Ermeni çatışması şeklinde gösterilirse o zaman “soykırım” (39) olmamıştır,  sonucuyla karşılaşırız. Ermenilerin ortak görüşü de bu değildir. Türkler daha soykırım içerisinde bunu böyle yansıtmaya çalışıyorlar. Piyer Lotiye para teklif ederek bu “soykırım “uygar” Türklerin değil “vahşi” Kürdlerin işidir” diye yazı yazdırmaya çalışıyorlar.  

19. yüzyıl boyunca Osmanlı kısmi ya da yarı otonom diyeceğimiz Kürd beyliklerini tasfiye etti. Kürd toplumunun hiyerarşik yapısını ve toplumsal dokusunu bozdu.  Kürd toplumu tarihinde  en büyük erozyonu 19. yüzyılda yaşadı. Kürd toplumu başsız bir gövde, örgütsüz ve dağınıktı. Osmanlı islamiyeti kullanarak Kürdleri tamamen kendi toplumlarının bir parçası haline getirmek amacında idi. Modern anlamda toplumu organize eden ve egemen olan bir Kürd organizasyonu da mevcut değildi. Bir avuç Kürd aydınının çabasıyla örgüt oluşturma ve mayalanma aşamasında idi. Osmanlı devleti Kürdler üzerinde sömürgeci hakimiyeti kurdu.

Kürdler ulusal bağımsızlıklarını elde etmek için Babanlardan başlayan 19. Ve 20. Yüzyıl boyunca ayaklandılar. Dünya güçleri Osmanlıdaki diğer bütün ulusal hareketlere destek verdi ve destek sayesinde o uluslar bağımsızlığını kazandılar. Uluslararasında diploması “masasına” taşındılar  ve kurulan sofrada paylarını aldılar. Kürdler Şerif Paşa’nın diplomasi girişiminin dışında muhatap bile alınmadı. Keza Ermenilerin de en büyük dayanağı dünya güçlerinden aldığı destekti. Çok küçük bir ulus olmasına rağmen Rusya’nın desteği ile devlet sahibi oldu. Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Sırbistan hiç biri ne Kürdlerin sahip olduğu nüfus potansiyeli ne de ülke topraklarının genişliğine sahipti. Ama Kürdler hiç bir şeye sahip olamadı ve İsyanlar tarihi boyunca soykırım yaşadı. Ama Kürd ulusal kurtuluş hareketinin dünya genelinde  desteği bırak tam tersine bastırmak için Osmanlının yanında büyük devletler yer aldı. Peki neden?  Kürdler Rus kapısını çalınca karşılarında Ermenileri buldular, İngiliz, Fransız, Amerikan kapısını çalınca Türk iktidarının yanında Ermenileri karşısında buldular. Kürdler uluslararasında hep bir duvara çarptı. Kürdler hakkında olumsuz bir propaganda vardı. Binbaşı Noel durumu şöyle tespit ediyordu: “Talihsizliğe bakın ki Kürtler, Avrupa’da ilkel, barbar ve “hayattaki tek işleri sadece Ermenileri öldürmek” olarak biliniyorlar. Bu yanlış kanaat Avrupa’da yaygınlaşmış ancak Kürdistan’ı ziyaret eden Avrupalı seyyahlar dönüşlerinde Kürtlerle ilgi çok iyi izlenimler edinmişlerdir. İngilter’de kilise yayın organları ve güçlü Ermeni cemiyetleri Kürtler için olumsuz bir kamuoyu oluşturmuşlardır.” (s. 159)

Başta Talat Paşa olmak üzere Osmanlı ve devamı olan Türk devletinin kadroları yazar ve çizer takımı soykırımı inkar ederken bu teze sığınıyorlar. Doğu’da (Kürdistan’da) yerel bir halk çatışması gibi göstermek istiyorlar. “Kürdler ve Çerkezler Ermenilerin başı bozuk çeteleriyle çatışıyor”.

Soykırımın mimarı Talat Paşa’nın defterinde: “924.158”dir. (40)  Kürdistan’daki Ermenilerin nüfusu 300.000 civarıdır. Bunların Rusya sınırına yakın kısmı Rusya’ya çekilmiştir. Yani devlet tarafından tehcire tabi tutulan(öldürülen ve ölüme yollanan) üçte ikisi Kürdistan sınırlarının dışındadır. Türkler rakamı küçülterek suçlarının hafifleteceğinin düşünse de rakamın büyümesi ya da küçülmesi suçu hafifletmiyor, bu ayrı... Ama diğer bölgelerdeki Ermeniler hiç sözkonusu edilmiyor. Sanki olay tek başına Kürdistan’da cereyan etmiş gibi maksatlı popüler bir önyargı yaratılıyor.

Bazıları da ekonomist bir bakış açısıyla, çok “derin tahlillerle” sorunu mal mülk derecesine indirgiyor. Bir kaç “çapulcunun yağma”sıyla, bir mülkiyet kavgası derecesine düşürüp yukarıda açıkladığımız siyasi hedeflerden yalıtmak istiyor. Ekonomik güdüler, basitçe birinin elindeki malı mülkü almak değil, “ulusal devlet”in varolması ve egemenliği sözkonusu,  geniş anlamda ekonomik ve siyasi iktidar hesabıdır. Burada yağma, talan, çapulculuk olmuştur. Devlet suçlu kişileri veya sıradan insanları “büyük hedeflerine” erişmek amacıyla bunları kullanmıştır. Ama soykırımın boyutları buraya sığdırılamaz. Ermeni soykırımı büyük bir olaydır bu da sıradan halkın yapacağı bir şey değildir.

Her şey ortada. Ben meslekten tarihçi değilim. Bunu görmek için tarihçi olmak gerekmiyor. Ama bu konuda tarihçilerin, uzmanların yazdığı çok sayıda kaynak var. Canlı tanık var. Belge , bilgi , Osmanlının egemen olduğu topraklarda Ermenilerden  kalan tarihi yerleşim yeri, malı ve mülkü var. Bu mal ve mülklerle ilgili devlet el koymasının yasal zeminini oluşturmak için çıkardığı kanunlar var. Bunun üzerine tez çalışmaları var.

Bir insanı öldürmek suçu cezalandırılırken, bir halk katliamının cezalandırılması gerekir, noktasından hareketle dünya’da soykırım kavramını(Genocide) ilk kez 1944’de Polonya Yahudisi bir hukukçu Raphael  Lemkin gündeme getirirken, Ermeni Soykırımından hareket etmişti. Ama burada işaret ettiği önemli bir nokta var. Soykırımı yapanlar, suçunu inkar ederler asla kabul etmezler bahaneler ileri sürerler diye ekler.

Osmanlı ve mirasçısı TC bu suçtan kendini muaf tutarken soykırımın inkarına gitmektedir. Sorunu tarihçilere “havale” ederek gündemden uzaklaştırmaya çalışmakta ve unutturmaya çalışmaktadır.

Birinci Dünya savaşı içinde, Osmanlı devletinin yönetici ve işbirlikçilerinin savaş ve insanlık suçu nedeniyle yargılanacağı  itilaf devletleri açıktan tehdit olarak deklare ettiler. Ama savaş sonrasında soykırımı yapan “suçlulara” bir vatan bahşederek ödüllendirdiler. Ermeni, Kürd ve Rum soykırımı yapan Türkler ceza yerine mükafatlandırılınca bu tutumlarını sürdürmekte artık hiç bir sakınca görmüyorlar. Bugün de Kürd soykırımına devam ediyorlar.

Kürd aydın ve politik çevrelerinde sadece Ermeni jenosidi konusunda değil genel olarak ortak ulusal tarih bilincine sahip değiller. Mazlum bir halkı götürüp “kardeşlik hikayesi” ile Türklerin kanlı tarihine “ortak” ederler.

Tarihte bazı milletlerin isimleri insanın zihninde duygu dünyasında bazı çağrışımlar yapar. Mesela Ermeni deyince insanlık tarihinde o güne kadar görülmemiş bir soykırım gelir, aynı şey Yahudiler ve Kürdler için de geçerlidir. Ermeni soykırımı tarihi bir olay olarak bütün dünya tarafından biliniyor, tanınıyor.  Kürdler ise zamana yayılmış, geçmişten günümüze devam eden bir soykırım altında ama görmezlikten geliniyor..

Bu iki milletin kaderi böyle olmayabilirdi. Bir söz vardı: “Ne yazık ki insan kendi tecrübesinden öğreniyor”. Aynı şekilde ne yazık ki milletler kendi tarihlerinden öğreniyor. Ama bazı olayları tecrübe etmek çok trajik.. Belki bazı milletler hafızasını diri tutarak öğreniyor ama biz Kürdler hafızamızı yitirdiğimiz için tecrübelerimizden de öğrenemiyoruz.

Kürdler ve Ermeniler Osmanlı boyunduruğu altında yaşayan diğer milletler, Yunanlar, Bulgarlar, Arnavutlar, Sırplar, Araplar vb. gibi yaklaşık 500 yıl yaşadılar. Diğer uluslar soykırımlar, katliamlar yaşasa da ulusal bağımsızlıklarını elde ettiler.  Ermeniler de Kafkasya’da bir devlet sahibi oldular. Ama Kürdler ise büyük nüfusa ve atalardan gelen büyük bir ülkeye sahip olmalarına rağmen hiç bir şeye sahip olamadılar. Bu kaderi değiştirmenin zamanı gelmedi mi?

Binlerce yıl birlikte yaşayan Kürdler ve Ermeniler, Osmanlı boyunduruğu altında ezilen iki ulus olarak, ortak düşman olan Türklere karşı ittifak yapmalıydı. Her iki ulus da diplomatik oyunlardan ve yabancı büyük güçlerin vaadlerinden  çok birbirinin dostluğuna önem vermeliydi. Birlikte yaşamanın, birlikte mücadele etmenin meyvelerini toplayabilirdi.  O zaman kaderleri farklı olabilirdi. Bugün Türk egemenliği altında Ermeni sorunu “kökten halledildi”. Ama Türklerin düşmanlığı bitmedi dünyanın neresinde olursa olsun her kürdün düşmanı olduğu gibi her Ermeninin de düşmanıdır. Ermenistan devletinin düşmanı yine Türk devletidir.

Ermeni Aydınları ve devlet yöneticileri Kürd düşmanlığı geliştiriyorlar. Kürd ulusunu inanç, lehçe, ve yöresel özellikleriyle bölmeye oynuyor, onu bir ulus olarak görmeme çabasını sürdürüyorlar, bundan ne umuyorlar anlamak çok zor! Halbuki kendi ülkesine komşu Laçin bölgesinde.1993’de 100 binlerce Kürdü yerinden sürüp, Kelbajar’da 15 bin Kürdü katletme yerine birlikte yaşamanın ortamını oluşturabilir, bir Kürd oluşumuna gidebilirdi. Bunun önünde bir Engel var mıydı? Hayır. Ermenistan’a bağlı en azından kültürel haklarına sahip bir otonomi de olabilirdi. Bununla bütün Kürdlerin desteğini, dostluğunu kazanırdı. Bu Kürdlere karşı kin ve nefret politikasının devamında hangi stratejik çıkarlar umuluyor, bilinmeyen bir muamma(!)

Ermenilerin Türklere kin duymaları anlaşılır bir şeydir. Eğer düşmanlıklarını Kürdlere yöneltirlerse başarılı olamayacağını belirten Noel şu gerçek tespitleri yapar:

“Birinci neden: Ermenilerin, Kürtlere yönelik katliamları büyük bir Kürt kitlesinin yok olmasına neden olmuştur. Bunun inkarı imkansızdır. Ermenilerin kendi elleriyle imha ettikleri Kürt yörelerini kendi gözlerimle gördüm.

İkinci neden: Hiç bir zaman Kürtler, Ermeni soykırımından sorumlu tutulamazlar. Bu durum Türklerin dayatmasıyla olmuştur. Türklerin baskısı olmadığı zaman Kürtler, Ermenilerle çok iyi arkadaşlık yapıyorve çoğu zaman onları ölümden kurtarıyorlardı.”(s.175-176)

Bir yarışta tarih sadece galipleri kaydeder. Mağlupları kimse hatırlamaz bile..Yukarıda keçi örneğinde olduğu gibi bütün “günahlar” da mağlup olana kesilir. Kürd olmanın ağır bir bedeli vardır. Kürde dost olmanın “bedeli” olmakla birlikte hiç bir getirisi yoktur. Ama Kürde düşman olmanın piyasada değeri vardır. Ayrıca mağlup, mağdur ve ezilenin karşısında  galip egemenin yanında saf tutmak çok kolaydır ve mükafatlıdır. İhanet de buradan beslenir.

 

 

Dipnotlar

  1. ) Bakınız, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. YY’dan Günümüze Ermeni Kürt İlişkileri, Garo Sasuni Med Yayınları, İstanbul, 1992

  2. Türkler Ermeniler Kürtler sf. 37 Ersal Yavi 2001

  3.  Aktaran: Fikret Adanır, “Ermeni Meselesi”nin Doğuşu, 1915 Siyaset, Tehcir, Soykırım. Sf.33 Türk Tarih Vakfı Ekim 2015

  4. sf.60-61  Garo Sasuni, age, s.60-61

  5.  Moltke ,Aktaran Garo Sasuni sf.63

  6.  Age.sf.64

  7. Age. Sf.65

  8.  sf.113-114 “Eski Rejim”de Ermeni Nüfus Meselesi, 1828-1908 Fuat Dündar 1915 Siyaset, Tehcir, Soykırım  Tarih Vakfı yayınları,2015

  9. Aktaran, Fuat Dündar, age.

  10.    Belge No. 340/1 Aktaran Ersal Yavi, Türkler Ermeniler Kürtler sf.xııı, Yazıcı Basım Yayıncılık...Ağustos 2001

  11. )  sf.844 Milliyetçilik, Kürd Milliyetçiliği ve Kürd Hareketi (1898-2000), Hamit Bozarslan

  12.   1.Dünya Savaş’ında Kürdistan, Kemal Mazhar Ahmed s. 255, Doz Yayınları Ekim 1996

  13. Aktaran Fikret Adanır, Ermeni Meselesinin Doğuşu, 1915 Siyaset, Tehcir, Kırım sf.9

  14.  Selim Deringil, Abdulhamid Döneminde Ermeni Meselesi, 1915 Siyaset Tehcir Kırım, s.106

  15.   Sultanın bu düşünceleri 1893 tarihlidir. Aktaran Stephan H. Astourian, Toprağın Sessizliği, Tarımsal İlişkiler, Etnisite ve İktidar, Soykırım Meselesi Tarih Vakfı Mayıs 2015

  16.   Kürt-Ermeni İlişkileri Mayevsriy V. T.sf. 121 Sipan yayıncılık, Ocak 1997

  17.     1895-1896  Katliamları: Doğu Vilayetlerinde Cemaatler Arası “Şiddet İiklimi” Ve Ermeni Karşıtı Ayaklanmalar” , Edip Gölbaşı 1915 Siyaset Tehcir ve Soykırım sf.142 Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2015

  18.   Hendek olaylarında aynı durumu PKK/KCK olaylarında gördük. Sonra bir baktık ki 7-8 bin civarında Kürd kadledildi.

  19. Aktaran Garo Sasuni

  20. Garo Sasuni sf. 132

  21. ) Aktaran: Henriy Kissinger , Diplomasi sf. 17 T. İş Bankası yayınları Mayıs 1998

  22.   19. Yüzyılda Kürdistan’ın Sosyo-Kültürel Yapısı, Kürt –Ermeni İlişkileri, Mayevsriy V. T. Sf.119 Ocak 1997 Sipan yayıncılık, Kitabın orijinal yayın tarihi 1904

  23. Garo Sasuni sf.144

  24. Garo Sasuni sf.146

  25. Garo Sasuni sf.139

  26. Garo Sasuni sf.139

  27. sf. 336, Devrim içinde Devrim: Ermeni Örgütleri ve İttihat-Terakki İlişkileri, 1908-1915, Yektan Türkyılmaz, 1915 Siyaset, Tehcir, Soykırım

  28. Sf.330 Aktaran Yektan Türkyılmaz, Devrim İçinde Devrim: Ermeni Örgütleri ve İttihat –Terakki İlişkileri, 1908-1915 ,1915 Siyaset Tehcir ve Kırım Tarih Vakfı Yurt Yayınları 2015

  29.   Abdulaziz Yemluki, Kürdistan, Kurd ihtilalleri 1946 . aktaran, Kemal Mazhar Ahmed sf.259

  30. Genosid Armyan, sf.255.. aktaran , Kemal Mazhar Ahmed, sf. 259

  31. Garo Sasuni age. Sf. 163

  32. Aktaran Kemal Mazhar Ahmed age, sf.259

  33. Binbaşı Noel’in Günlüğü, sf. 21

  34. .”  E.H. Keeling age. S.209. Aktaran Kemal Mazhar Ahmed,sf.271

  35. Fuat Dündar, age, sf.404

  36.   sf. 418, Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin şifresi ...4.baskı 2010, İstanbul

  37. Garo Sasuni sf.166

  38. Garo Sasuni sf.168

  39. Jenosid’in tanımı: “bir milletin, etnik, dini bir grubun veya bir ırkın tamamını veya bir bölümünü yok etmek amaçlı yapılan aşağıdaki davranışlardır:

  1. Grup üyelerini öldürmek;

  2. Grup üyelerine ciddi fiziki veya zihinsel zarar vermek;

  3. Grup üyelerini bilerek tamamen ya da kısmen fiziksel yok oluşa götürecek yaşam şartlarına tabi tutmak;

  4. Gruptaki doğumları kasıtlı olarak engellemek;

  5. Grubun cocuklarını zorla başka bir gruba transfer etmek.

Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne göre bir eylemin soykırımı olarak nitelendirilebilmesi için, belirli bir insan topluluğunun, milliyeti, ırkı, etnik kökeni veya dini dolayısıyla tümnün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetinin bulunması gerekir.” Demek ki belli bir amaç ve plan dahilinde hareket eden bir organizasyon devlet, örgüt, ordu vs. gerektirmektedir.

  1. Aktaran Osman Aydın, sf. 64

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                                                

ERMENİ SOYKIRIMI VE KÜRD SOYKIRIMI

Kürd Ermeni İlişkileri Üzerine

Brahim Ziravav

 Harun ellerini keçinin başına koyacak ve İsrail oğullarının bütün haksızlıklarını, suçlarını, hatta     günahlarını itiraf edecek; hepsini keçiye yükleyecek. (Leviticis Kitabı, (16:20-22)                                           

İçinde yaşanılan anı ve siyasal faaliyetimizin anlamını ancak uzak bir gelecekten bakarsak daha iyi anlarız. Diğer bir deyişle bugünden geçmişe bakarsak, geçmişte olan bir olayı, faaliyetin içeriğini daha iyi anlamak ve anlamlandırmak, bugün ortaya çıkan sonuçları üzerinden okumak, daha anlaşılır olmasını mümkün kılar.  Bu bakış açısıyla, Ermeni Kürd ilişkilerine bugün gelinen noktadan geçmişe bir projektör tutmaya çalışalım.

Mesele Ermeniler şöyle  yaptı, Kürdler ise böyle yaptı diyerek karşılıklı birbirini suçlama ve hesaplaşma içine girme şeklinde ele alınamaz. “Tarih bugün için yolunu bulma, gelecek için çerçeve sunmak amacıyla geçmişi anlamanın bir sürecidir”. Bir gelecek perspektifiyle, bugünün yol arayışı, geçmişi süreci açığa çıkarma meselesidir.

Osmanlılar ve  devamı olan Türk devleti Ermenilere o güne kadar eşine rastlanmayan bir soykırım uyguladı. Bu bir tarihi realite, hiç bir şekilde inkar ve örtbas edilemez.

Ermeniler, henüz Osmanlı “hesabı”nda yokken,  aynı Osmanlı Kürdlere daha katmerli soykırımlar yaptı,  ama bu bilinmiyor ve dile getirilmiyor.                                                                                 

Ermeniler sayı olarak daha az olduğu için üç dönemde, bunu “köklü” bir şekilde Talat Paşa’nın deyimiyle Ermeni meselesini “halletti.”

Kürdlerin  ise geniş bir ülke, daha kalabalık bir nüfusa sahip olması nedeniyle 19 yüzyıldan günümüze zamana yayılmış “sessiz bir soykırım” olarak devam ediyor ama mesele hala “hallolmadı.”   

Soykırımı yapanlar  yaptığını inkar ederler, Osmanlı ve devamı olan TC de soykırımı inkar eder. Sonra bahaneler ileri sürer, sonra bir fail arar. Sonra “nahoş” olmayan olaylar varsa bu “yöredeki aşiretlerle” etnik bir çatışmadır der. Aşiretlerle kastedilen varlığı inkar edilen Kürdlerdir. “Kürd yoktur” ama suçlu aranınca oluşuverir. Osmanlı toprakları içinde Ermenilerin üçtebiri Kürdistan’dadır, peki ya üçte ikisine ne oldu?  Bu da sorunu izah etmede yetersiz kalır. Çerkesler ve Suriye çöllerinde ölenlere de Araplar dahil edilir. Bununla kalmaz kendine bağlı başka kanallardan Kürdleri “fail” gösterir ve Kürdlere bir rol biçer: “İştirak ettiler”. İşin garip tarafı soykırımı getirip Kürdlerin kapısına yıkmaları, bugünün değil TC bunu geçmişte de yapıyordu. Sonra buna “sol”dan sözcüler buldu. Mesela Ermeni ve Kürd soykırımları karşısında suskun kalan, Nazım Hikmet, Kemal Tahir vb. Kürdü suçlaması gibi..Şimdi de piyasaya yenilerini “eski argümanlar”la sürüyorlar.

Karar almada, soykırım planında ve organizasyonda  ve uygulamada yok ama “İştirak ettiler” diyerek Kürdleri soykırıma ortak etmek, zan altında bırakmak  yanlıştır. Bu “kurbana” “katil” demek gibi bir şey. Ortada ne bir Kürd iradesi veya karar mekanizması ne de Kürdlerin örgütlü bir gücü vardı.

Bunu Türkler söylüyorsa soykırım olayını örtbas etmek, olayı bölgede “etnik bir çatışma” gibi göstermek, faturayı Kürdlere çıkarmak, kendisini kamufle ederek aklamak için yapıyor.

Eğer bunu Ermeniler iddia ederse, ya Türklerin propagandasına “alet” oluyorlar ya da esas mesele Türklerle değil, Kürdleri “güçsüz”, “tarih bilinci olmayan bir ulus” olarak  gördüklerinden Kürdlerle “hesaplaşmak” istiyorlar, Kürdlerin ülkesi üzerine “tasarı” kuruyorlar.

Ermenilerin hiç kuşkusuz kendi ulusal özgürlükleri için mücadele etmeleri haklı. Ama Ermeni örgütleri, siyasi temsilcileri, mücadele seyri içinde büyük yanlışlar, stratejik ve taktik hatalar yaptılar. Benzer hataları dönemin Kürd yöneticileri de yaptı.  Kürd ve Ermeni ulusların önündeki en büyük engel, baş düşman olarak değerlendirilmesi gereken Osmanlı ve devamı Türk devletidir. Ve bu baş düşmana göre içerde ve dışarıda ittifak, güçbirlikleri olması gerekirdi. İki ulus Osmanlı ve Türk devletine karşı ittifak yapsaydı, acaba bugün sonuç böyle mi olurdu? Artık çok geç bir soru. Bugün bir yol bulmak için gerekli bir soru.

Ermeniler dünya güçlerinin desteğine sahiptiler. Ermeniler toplum olarak bir aydınlanma dönemi yaşadılar. Ayrıca Ermeniler örgütlüydü, Patriklik, Ermeni Meclisi yasal düzeyde tüm Ermenileri temsil etmekteydi ve Ermeni örgütleri Hınçak ve Taşnaksutyun dönemine göre bir adım önde idiler, Ermeni siyasi hayatında önemli değişiklikler yaptılar. Buna rağmen Ermeni örgütleri en büyük hataları tekrarladılar.

  1. Ermeni örgütlerinin hatası gücü oranında politika yapmamaları
  2. Osmanlılarla, İttihat ve Terakkiyle ittifak yapmaları, düşmanı kendine dost, dost olması gereken Kürdleri düşman saymaları. Dünya arenasında Kürdler aleyhinde aslı olmayan propagandalar yapmaları. Dünya güçlerinin “boş vaadlerine” bel bağlamaları.

Bu hatalar iki sonuca yolaçtı. Birincisi, Ermeni halkını barbar Türklere yem etti. İkincisi, Kürdleri bütün dünyadan izole etti. Bu da Kürdlere kaybettiren bir etmen oldu. Kürdlerin kaybetmesinin tek etmeni bu değil kuşkusuz, başka etmenleri de var. Ama özellikle dünya genelinde Kürdler hakkında “kötü” “vahşi” “kendini yönetemeyecek ve devlet sahibi olmayacak halk” imajını, Osmanlı devlet yöneticileri ile Ermeni örgütleri oluşturdu. Ermenilerin ise tek başına kazanma şansı yoktu. Hedefleriyle uyumlu, başarıyı getirecek  potansiyel kitle ve özgüçten yoksundu. Kürdistanı “Kürdsüzleştirme projesi” ile Kürdistan topraklarını “cahil” Kürdlerden alacağını ve üzerinde bir Ermenistan devleti kuracağını “hayal” etti. Öncelikle dünyadaki büyük güçlerin vaadlerine “bel bağlayarak”, onların  desteğine yaslanarak ve İtihat ve Terakki mütefikliğiyle yol almaya çalıştı. Kürdlerin potansiyelini küçümsedi ve düşman kutbuna koydu. Hem real politikada hem de siyasi hedeflerde gücüne ve nüfusuna göre bir politika değil, “ham hayaller” kurdu. Hem kendi sonunu hazırladı, Ermeni halkını barbar Türklere yem etti, hem de Kürdlere kaybettirdi.

Karşı karşıya kaldığımız bu sonuçlardan sonra, yaşanan tarihsel sürece bakalım.

Ermeni soykırımını tek başına değil, zincirin bir halkası olarak görmek gerekir. Bir olayı , olguyu bütün bağlantılarından koparırsan, onun önkoşullarını, nedenlerini, gelişim seyrini ve yolaçtığı sonuçlardan soyutlayark ele alırsan olay anlaşılmaz olur.

Ermeniler hesapta yokken önce  Kürd meselesi ve soykırımı vardı. Soykırım kavramı(Genocide) ikinci dünya savaşından sonra ortaya çıkmasına rağmen, uygulaması tarihte çok öncelere dayanır. Halk dilinde Kürdçe “Qirkirin” (kırım) toplu öldürmeyi ifade eder. Osmanlılar 19. Yüzyılın başından itibaren özerk olan Kürd Mirliklerini ortadan kaldırmak ve Kürdleri yokederek uluslaşma sürecini kesintiye uğratmak amacıyla  toplu bir katlima girişmiş durumda idi.  Ermeniler o dönem hesapta yoktu. Ne tehlike teşkil edecek bir nüfus potansiyeli ne de güçleri vardı.

 Öncesi müphem, yaklaşık olarak 11.yüzyıldan beri Ermenilerin Kürdistan toprakları üzerinde bir hükümranlığı, yani siyasi şekillenmesi, güçlü bir beylik iktidarı yoktur. (Klikya bölgesinde Haçlıların “krallık” ünvanı verdiği küçük bir beylik var).  Bütün Osmanlı topraklarına dağılmış durumdaydılar. Hatta yalnız Osmanlı da değil, İran ve Rusyaya da dağılmışlardı. Osmanlı’nın egemen olduğu topraklarda, ne geniş bir bölge üzerinde çoğunluğu oluşturan Ermeni nüfus, ne de tarihi bir ülkesi vardı.

 

Kürd Ermeni İlişkileri

Kürdlerle Ermeniler bin yıllara dayanan iç içe yan yana bir ilişki içerisinde yaşıyorlar. Tarihe baktığımızda Ermeni kaynakları esas alırsan son bin yıla yakın Kürdistan’da bir Ermeni siyasi şekillenmesi ve  iktidarı yok veya görünmüyor.  Ermeniler bir kısmı köylüler (reaya) bir kısmı esnaf ve zanaatkar olarak şehirlerde geçimini temin eden çok az bir kısmı ise toprak sahipleri idi. Kabileler halinde Kürdler arasında yaşıyorlardı. Ermeni kültürünü ve kimliğini koruyan Ermeni Manastırları ve Kiliseleriydi. Ermenilerin ibadet yerlerine Kürdler de kutsal bakarlar ve din adamlarına da saygı gösterirler ve onlara da kendi din adamları gibi değer verirler. Bu konuda çok ilginç hikayeler anlatılır.(1) İlişkiler genelde dostane ilişkilerdir. Bu demek değildir ki hiç sorunlar olmamıştır. Mutlaka çelişkiler, sorunlar olmuştur. Ama bu bir toplumu diğer toplama karşı düşmanca birbirini yokedecek bir ilişki olmamıştır. Toplumlar arası bir işbölümü vardır. Üretilen mallar karşılıklı değiş tokuş yapılmıştır.  Kürd mirliklerinin hükümranlığı altında yaşayan Ermeni köylüler Kürd Köylüleri gibi vergi verirler. Osmanlılar Kürdistanı işgal ettikten sonra Kürd Mirlikleriyle (hükümetçik) Osmanlı arasında yapılan antlaşma gereği uzun bir dönem bu ilişkiler sürmüştür. Osmanlılar bölgeye hakimiyet kurunca, Ermeniler, Osmanlı ve Kürdler arasında zamanla denge kurmaya çalışır. Zaman zaman egemen olan Osmanlıdan yana olur. Kürdistan topraklarına adım atınca  Kürdlerden yana görünür. Kısacası 19. Yüzyıla kadar  Kürdistan’da beyliklerin özerkliği son bulana kadar durumda ciddi bir değişiklik olmaz.

16. yy sonlarında 17. Yüzyıl başlarında Ermeniler bir taraftan Kürdlerle eski komşuluk ilişkilerini sürdürmek isterken diğer taraftan Osmanlıların bölgeye tam hakim olmasıyla  barış ve güvenliğe kavuşacağı ümidinde idiler. Ama o ümit hiç gerçekleşmedi. Kürdlerin dostane tutumunu Osmanlı idarecilerinde hiç göremiyeceklerdir. Kürdlerle yer yer sorunlar yaşamasına rağmen, hiç bir  zaman Osmanlıların imha edici niteliğinde olmamıştır.

Osmanlı’da Ulusal Hareketler  

1639 dan sonra Osmanlı yavaş yavaş Kürdistan’ın iç bölgelerine nüfuz etmeye başladı. Daha önce yapılan antlaşmalara bağlı kalmadı. Kürd beyliklerini birbirine karşı kullanmaya başladı. Osmanlı idaresi yavaş yavaş bölge üzerine egemenliğini kurarken Ermenilerden de faydalandı.

Dünya çapında sanayii toplumunun gelişmesiyle birlikte uluslaşma ve ulusal devlet süreci başladı. Fransız devriminin etkisiyle ulusal uyanış, ulus- devlet her yerde yaygınlaştı. Osmanlı devleti modern anlamda bir ulusal devlet değildi. Bir imparatorluktu. Çok millet ve çok din vardı. 18. Yüzyılla beraber Osmanlı imparatorluğunda ulusal uyanış  ve ulusal hareketler başladı. Balkanlarda başlayan ulusal hareketler Ermenileri ve Kürdleri de etkiledi.

Ermeniler 18. Yüzyıl ve 19. yüzyıl boyunca bölgeye gelen Hristiyan misyonerler tarafından açılan yüzlerce okulda eğitim gördü. Bu okullar Hıristiyan çocuklara yönelik genel de iki üç dille eğitim görüyordu. 19. yy başlarında İstanbul’da 50’nin üzerinde okul açılmışken, 19.yüzyıl sonlarına doğru Osmanlı topraklarında 707 civarındaydı. Daha sonra Şakir Paşa Ermeni isyanlarını bu misyoner okullarının hazırladığı üzerinde ısrarla durur.  (2)  Ermenilerin nüfusu bütün Osmanlı topraklarına yayılmıştı. İstanbul’da Patrikhane Osmanlı millet sistemine göre(Dini Cemaat sistemi) tanınıyordu. İstanbul Ermenilerin merkezi durumundaydı.  Ticaretle uğraşan kesim artık uluslar arasına açılıyordu. Çok sayıda Ermeni öğrenci Avrupa’da eğitim gördü. Avrupa’nın etkisiyle Yunan, Bulgar vs. olduğu gibi Ermeniler de ulusal bir aydınlanma dönemi yaşadı. Dünya klasikleri Ermeniceye çevrildi. 300 civarında süreli yayınları vardı. Tarih çalışmaları oldu. Ermenice okullar açıldı. Bu dönemden sonra Ermeni kültüründe, sanatında bir sıçrama yaşandı. Aynı dönemde Ermeni ulusal uyanışı gelişti.

Osmanlıda başlayan ulusal hareketlerle imparatorluk çözülmeye ve dağılmaya başladı. İlkin Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan’da başlayan toplumsal hak mücadeleleri henüz ayrılıp bağımsız devlet hedeflemiyordu. Ama Osmanlı devleti buraları fetih, zor ve savaşla işgal ve ilhak ettiğinden, buralardaki hakimiyetini korumada da zor ve şiddetten başka yol tanımıyordu. Kul ve teba gördüğü milletler sorununa siyasi bir çözüm bulmaktan öte, bunları devlet karşısında asla “siyasi muhatap” görmüyordu. Bugün de TC’nin aynı tutumu sürdürmesinin kökeni buradadır. Şiddete başvurup bu isyanları bastırdı ve büyük kırımlar yaptı. Bir örnek verirsek, bir dönem İngiltere Başbakanı olan ,W.E. Gladstone  “Bulgar Vahşeti “ broşüründe şöyle der:

“Türk ırkının geçmişte ve günümüzde ne olduğunu ana hatlarıyla özetlemeye çalışayım. Bu basit bir İslam meselesi değil, İslam ile bir ırkın çok özel doğasının bileşiminden kaynaklanan bir meseledir. Burada ne Hindistan’ın uysal Müslümanlarından, ne Suriye’nin şövalye ruhlu Selahaddin’lerinden, ne de Endülüs’ün kültürlü Araplarından söz ediyoruz. Konumuz, Avrupa’ya ilk ayak bastıkları o uğursuz günden bu yana insanlık düşmanlarının en zalimi olagelmiş acayip bir insan tipidir. Bunlar nereye gittilerse, arkalarında kalın bir kan izi bırakmışlardır; hakimiyetlerinin eriştiği yerlerde medeniyetten eser kalmamıştır.”(3)

 Buralardaki gayri müslim ulusların ulusal bağımsızlık hareketlerine sempatiyle bakan dünyanın büyük güçleri devreye girdi. Sırp, Yunan ve Bulgar ulusal bağımsızlık hareketlerine büyük destek verdiler. Osmanlı devletine ağır yenilgiler yaşattılar ve zor yoluyla Osmanlıyı buradan süpürüp çıkardılar. Bu desteğin etkisiyle Yunanlılar, Bulgarlar ve Sırplar ulusal bağımsızlığına kavuştular. . Bu ulusal devletler kuruluşuyla  Osmanlıyla beraber  yerleştirdiği Türk-müslüman unsurları da topraklarından attılar. Osmanlı, yaklaşık 500 yıl  egemenliği altında kalan bu toprakları kaybetmeyi kabullenemedi, teba, kul dediği milletler yönetici, kendileri yönetilen.. Bu ulusları “iç düşman”, dışardan yardım eden devletleri de “dış düşman” olarak değerlendirdi.

İmparatorluğu bir arada tutmak ve ömrünü uzatmak mümkün görünmüyordu. Rusya’dan gelen Yusuf Akçura vb. kişilerin Osmanlıya Türkçülük aşılamaları, yöneticiler ve batıda eğitim gören Jöntürkler, Osmanlı devletini bir arada tutmanın artık mümkün olmadığını anlamıştı.

Osmanlıdaki egemen etnik unsur Türkler bir taraftan sözde “Osmanlılık” kimliği ile imparatorluğu bir arada tutmaya çalışırken, diğer taraftan Türkçülük ve islamcılık ideolojileriyle “türk ulusunu” inşa ediyordu. Türkçülük ve islamcılık faşist ideolojinin iki kaynağıdır.  Batıda tutunamayan, topraklarını yitiren Osmanlı devleti yönünü Doğuya çevirdi.

Kürd Mirliklerinin Ortadan Kaldırılması

19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı devleti büyük ordularla Kürdistanı yeniden  işgale Kürd Mirliklerini ortadan kaldırmaya ve kendini güvenceye almak için Kürdistanı Türkleştirmeye girişti. Kürdler vargüçleriyle,  çok güçlü direnişler sergilediler. Bir yanıyla eski statülerini sürdürmeye ve varolmaya çalışırken, diğer yandan artık bir çok mirlikte ulusal uyanış, ulusal devletini kurmak için harekete geçtiler. Babanlar ilk ulusal direnişi ateşlemişti 1806 tarihinde. Bu dönemde Ermenilerin tavrı tamamen Osmanlı yanında yer almak oldu. Patrikhane aracılığıyla sürekli Kürdler hakkında şikayet mektupları gönderildi. Sözde sorunları Osmanlı sarayına şikayet ediyorlardı. Bu şikayet mektuplarını devlet Kürdlere saldırmak için bahane yapıyordu. Bu tür propaganda Avrupaya taşındı. Diğer yandan bir çok yerdeki Ermeniler Osmanlıların yanında saf tutarak Kürdlere karşı savaştılar.

 Malatya- Maraş Akçadağ Kürdleri.

Ermeniler bir çok kez Osmanlıların yanında yer alarak Kürdlere karşı savaştı. “Örneğin,  1849’da Ermenileri Zeytun’da Kürdlere karşı kullanabildiler. Zeytun’un kuzeyindeki Akçadağ yöresindeki Kürtler Osmanlılara karşı isyan edip, bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Osmanlılar bu savaşta ağır bir şekilde bozguna uğramışlardı.

Osmanlılar bunun üzerine yine hileli yola başvurup aşiretler arasındaki çelişkilerden yararlandılar. Zamanla Osmanlı Sadrazamı Akçadağ’daki Kürt isyanını bastırmak için eğer Zeytun’lu Ermeniler kendisine yardım etmeyi kabullendiklerinde, Zeytun’lulara özerklik vereceğini vaad etti. Ermeniler bu teklife kandılar, fakat kuracakları birliklerin başına bir Ermeni’nin getirilmesini öngördüler. Bu teklif kabul edildi ve Ermeni güçleri Osmanlılarla birlikte Akçadağ bölgesine hücum ettiler. Bu güçlü Kürt aşireti dağ Ermenileri tarafından mağlup edildi ve ancak bundan sonra ki Osmanlı ordusu bölgeye girerek büyük tahribatlara sebep oldular”(4)

Osmanlı ordusunu modernize etmek amacıyla görevli giden Alman Genarali Moltke ordunun komuta kademesi içinde yer alır. Osmanlı ordusunun komuta kademesinin tavsiyelerine uymadığından sürekli şikayet eder. Osmanlı ordusunun kıyımlarını, vijdansızlığını sivil Kürdleri  nasıl süngüden geçirdiğini, köyleri ateşi verdiğini anlatır:

“Binlerce masumun hayatı yok edildi ve binlerce köy harabeye döndürüldü. Fakat savaşan Kürtler dize gelmedi. Kürtler için iyi ve adil bir idare kurulamayıncaya kadar, bütün Osmanlı seferleri ancak geçici bir etki bırakmaya mahkumdur”(5)

Osmanlı komutanları sürekli oyunlara başvuruyordu. Vaatler veriyordu, verdiği sözlerde durmuyordu. Gücünün yetmediği yerde zamana oynuyordu, fırsatına getirdiği anda sözde barış antlaşması yaptığı Kürd mirini öldürüyor, ortadan kaldırıyordu.

Yine Moltke şöyle anlatır:”1838’de Harzan bölgesinde meydana gelen bir savaşta 600 Kürt bir tepede mevzilenmişlerdi. Onlar son neferin de öldürülmesine kadar savaştılar. Kadınlardan 50 tanesi Osmanlı ordusuna esir olmak istemediklerinden, kendilerini kayalardan sulara atarak boğuldular...Savaş sona  erdikten sonra yüzlerce kadın ve çocukların ölüm yaralarının Osmanlı askerlerinin süngü darbelerinden olduğu görüldü”(6)  

Gelelim Ermenilerin tavrına. Onu da Moltke’den aktaralım:

“Asya Ermenileri güçlü, sayıca büyük ve tek vücut halinde Osmanlı idaresini kabule alışık, daima işgüzar ve çoğunlukla geçimleri iyi olan bir ulustur. Şu esnada anladığıma göre onlar Bab-ı Ali’ye karşı sadıklık hususunda Kürtlere ve Arap İslam milletlerine nazaran çok daha fedakarlıklar gösterdikleri açıktır.”(7)

Ermeniler Kürdlerin bağımsızlık savaşlarının önemini anlamadılar. Kavalalı İbrahim Paşanın Osmanlıyı tümden yıkacağı hamlesini de anlamadılar.

O dönem Kürdlerin bakış açısına göre Ermeniler, kendileri ile çok az sayıda birlikte aşiret gibi yaşıyan Ermeniler hariç, genelde reaya gözüyle bakarlar. Şehirlerde yaşayan Ermenilere de Osmanlı ajanları olarak kabul ediyorlardı.

Feodal nitelikte de olsa Kürdlerde ulusal bilinç oluştu. Bedirxan hareketi bunun somut bir ifadesidir. Ermenilerin büyük kısmı yine Osmanlıların safında yer alırken beyliğin sınırları içindeki Ermeniler Bedirxan hareketine destek verdiler. Bedirxan Beyin anlayışı, Ermeni ve Kürdleri eşit sayardı. Onun inancına göre Ermeni ve Kürdler kankardeştir, ama tarihin derinliklerinde aşiret ve din nedeniyle ayrışmışlar. Meydana gelecek ulusal devlette ırk ve dinin önemi yoktu.

Patriark Matteos, Kürdleri iki kere Osmanlıya şikayet eder. Osmanlı bu şikayetleri kendine gerekçe yapar. Patriak Matteos Diyarbakır, Bitlis, Palu Erzurum ve Van Ruhani liderlerini Bedirxana karşı, Osmanlı Ordusuna yardıma çağırır ve Sultana sadaketlerini göstermelerini emreder. O zaman ki Ermeniler güçlünün himayesinde kalmayı tercih eder. Osmanlı devletinin çeşitli yerlerine dağılmış vaziyette, onların bir aleti durumundadırlar.  Bedirxanla ittifak halinde savaşan Han Mahmut Van Ermenileri tarafından yakalanıp Osmanlı Kuvvetlerine teslim edilir. Ermeniler Osmanlılarla birlikte Kürdlere karşı savaşırken, savaştaki bu başarılarıyla övünür, savaştaki rolünü abartırlar. Bedirxan’ı da Ermeni kuvvetleri yakaladı diyerek aslı olmayan hikayeler uydururlar.  Osmanlının yanında itibarları artacağı hesabıyla gücünü abartırlar.

Bedirxan Beyin yenilgisinden sonra sırayla bütün Kürd mirliklerinin özerkliğine son verildi. 1862 yılında Osmanlıların “en sadık kulları” Ermenilerin Ulusal Anayasası tasdik edildi. Bu Osmanlı devletinin çıkarına uygundu daha çok vergi alabileceklerdi. Ancak 1848 Kürd hareketinin bastırılmasından sonra Kürdlerin Ermenilere karşı düşmanlık duyguları had safhaya ulaşmıştı. Böylece Osmanlılar istediği hedefe ulaşıyordu. İki ulusu birbirine düşman etmişti.

93 Harbi, Ayestefanos ve Berlin Antlaşmaları

93 Harbi (1877-78 Osmanlı –Rus savaşı) inde Osmanlı yenildi, savaş sonrası Ayastefanos ve Berlin antlaşmaları imzalandı. Ermeni Delegasyonu ilk kez  platformda seslerini, sıkıntı ve taleplerini dile getirdi. Ayastefanos Antlaşması’ının 16. Maddesi şekillenir. Daha sonra Britanya’nın itirazı üzerine bu madde revize edilerek Berlin Antlaşmasının 61. Maddesine dönüştürülür:

“Bab-ı Ali, Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatları yapmayı, Çerkeslere ve Kürtlere karşı onların güvenliklerini garanti etmeyi taahüt eder. Bu amaçla alınacak tedbirleri, bu tedbirlerin uygulanmasını gözetecek, olanları(Büyük) Güçler’e düzenli olarak bildirecektir”(8)

Aslında, Osmanlı idaresi Berlin Konferansına Patriarkın katılmasını,  Kürdler aleyhinde bu şekilde danranılmasını tavsiye etmiştir. Reformlar ve Ermenilerin emniyeti için Kürdlere karşı delegasyonun yollanmasını istemiştir. Osmanlı’da oyun çoktur. Bir taşla bir kaç kuş vuruyordu. Böylece kendi yönetimini aklıyor. Kendi suçunu diğer milletlere yüklüyor. Diğer milletleri birbirine karşı kışkırtıyor, kullanıyor. Onların kendisine karşı birlik oluşturmasını engelliyordu.

Burada Osmanlı devleti hakem rolüne girmiş, hedefe Çerkesler ve Kürtler konulmuştur. “Çerkeslere ve Kürtlere karşı güvenliklerini sağlama “ ifadesi iki etnik grubu topyekün suçlamakla kalmıyor,  Ermenilerin iç içe yaşadığı bu iki etnisite ile dönüşü olmayan bir düşmanlık koyuyor. Ayrıca Kürtlerle ilgili yoğun bir propaganda yapılmaktadır. Kürtlere atfedilen “yerleşik olmamaları”, “vahşilikleri”, homo rationalis bireylerden oluşmayan, dolayısıyla politik haklara layık olmayan topluluklar mertebesine düşürülüyor.

Müslüman Arnavutlar Balkanlar’da  diğer gayri müslim uluslara,Yunan, Bulgar, Sırplara karşı kullanıldı. Şiddetin kaynağı olarak gösterildi. Ama buradaki gibi topyekun uluslararası bir antlaşma metninde suçlanmadı.

Osmanlı diplomasisi çok deneyimli. Alınan kararları engelleyemeyince pratikte işlemez duruma getirir. Zamanla kazanmaya oynar. Mesela Berlin antlaşmasında 61. Madde muhtevasında çözüme zorlanınca iki konuyu öne çıkarır:  1. 1878-1881 Ermeni nüfusu ve çoğunluk oluşturduğu bölgeleri tespit etmek. 2. 1895-97 arasında ise Ermenilerin devlet aygıtlarına hangi oranda katılacaklarını belirleme.

Berlin Konferansı’na Ermeni Patrikliği, “ Türkiye Ermenistan’ı için Kurumsal Düzenlemeler Projesi”ini sunar ve Büyük devletlerin onayını alır. Bu plana göre 6 Vilayet büyük devletlerin onayını alan bir Ermeni vali tarafından yönetilmeli. Genel vali seçimle belirlenmiyor, Ermeni olmalı, sancak ve kaza mutasarrufları ile jandarma komutanını atayabilmeli. Kürdler için ise hiç bir şey önermediği gibi, bölgede nüfuzu olan Kürd aşiretlerini bölgeden sürmesini,”diğer barbar halklar”  gibi hiç bir yerde karar sahibi kılmamayı hedefliyordu.  Milis güçler arasına bile Çerkesler ve Kürdleri almıyor. Patriklik ayrıca, yerel sınır idarelerin yeniden çizilmesini,  Kürdlerin sayımdan devlet kurumlarından dışlanmasını, yaşadıkları bölgelerden uzaklaştırmasını vs. vs... gerekçe olarak da Kürdler göçebe, vahşi, aylak, savaşçı yapılar ve ilkel karekterleri  gösterilir. 61. Madde kapsamında, 1914 yılına kadar, Osmanlıyı  Büyük devletler zorladılar.

Ama dönüşte Aslında Ermeni delegasyonu umutsuzdu. Hırimyan Berlinde bize verilen bir kağıttır. Ermenilerin sofradan pay alması için ihtiyaç duydukları “demir kepçe”den yoksunlar der. İngiltere artık Ruslara karşı Osmanlı toprak bütünlüğünü savunuyordu. Ayrıca İngiltere sömürgelerine örnek olacak diye artık ulusal mücadelelerin bağımsızlıkla sonuçlanmasını istemiyordu.

Ermeniler nüfus sayımlarıyla oynar, kendi sayılarını çok yüksek gösterir. İki yıl sonra sonuçlanan 1893 yılında 6 vilayetteki Ermenilerin nüfus oranı %19 dur. Patrikliğin 1880 yılındaki sonucu%46, Britanya’nın ise%21 dir. Nüfusa endeksli bir reform projesi böylece boşa çıkar.

Eski Britanya ataşesi Albay William Everett’in hazırladığı rapora göre, Ermeniler bazı yerlerde çoğunlak oluştursa  bile 6 Vilayette %10’a hata%5’e düşüyor. Bu nüfus üzerine bir ulusal devlet planı kurulamaz ama Osmanlı kendisi için tehlikeli bir potansiyel olarak görür. (9)

Ermeniler isteklerini sürdürdüler. İngiliz General Baker Paşa bu konuda şöyle yazıyordu: “ Birçok ileri gelen Ermeni ile yaptığım konuşmalardan şunu anladım ki, Ermeniler gelecek için büyük emeller beslemektedirler. Bu emelleri uygulanabilir olmadıktan başka, kendileri içinde tehlikelidir. Ermeni özerkliği planını ne kadar aptalca bir şey olduğunu anlayabilmek için bu ülkeyi tanımak gerek. Ermeniler her yerde azınlıktadırlar. Genel olarak nüfusun üçte  biriyle beşte birini oluşturuyorlar. Özerklik onları Kürtlerin insafına terk edecektir. O zaman durumları şimdikinden on kat daha kötü olacaktır. Sonra özerklik kışkırtmaları Türk makamlarını kuşkulandırıyor. Bütün araştırmalarım şunu kanıtlıyor ki, bu vilayetlerin yönetilişi pek iyi olmamakla birlikte, Hıristiyanlar, Müslümanlardan çok iyi durumdadır”(10)  

Osmanlılar bu kararları işlevsiz kılmak, Kürdleri Ermenilere karşı kışkırtmak amacıyla Kürdler arasında yoğun propaganda yaparlar.

Kürdistan’ı  Kürdsüzleştirip, Kürdistan toprakları üzerinde bir Ermeni devleti kurma düşünce ve kararları,  Kürdlerde “infiale” yol açar. Kürdlerin büyük milli şairi Haci Kadri Koyi yazdığı şiirlerle Kürdleri uyandırmaya çalışır.

Heci Qadirî Koyî “Ey Cezire ve Botan, Kürdlerin memleketi/ Bu ne büyük bir felaket ki/ Seni Ermenistan yapmak istiyorlar(...)Kuran’a el basarım ki/ Eğer bir Ermenistan oluşursa/ Tek bir Kürd kalmaz bu diyarda.(11) 

Bir taraftan milli duygular üzerinden Ermenilere karşı vatan savunmasını isteyen Heci Kadri Koyî diğer taraftan Kürdlerin Ermenileri örnek alması ve kendi aralarında birlik olmasını teşvik eder.

Hem hefyane Ermen xÎretkeşin yek û du,

Wek ême nîn le gel yek dawa bikeyn be şûran.

Hem haklıdır Ermeniler, çünkü birbirlerini tutarlar

Bizim gibi birbirlerine kılıç çekmezler. (12)

Diğer taraftan Kürdlerin büyük ulusal lideri Şeyh Ubeydullah daha sonraki ulusal harekette Ermenileri hedef almadığı halde Kürdistan toprakları üzerinde bir Ermenistan’ın kurulmasını engellemek için “gerekirse kadınları dahi silahlandıracağını “ söyler.

93 harbi Ayestefanos ve Berlin antlaşmalarından sonra Osmanlı devleti açısından artık birinci derecede “tehlikeli düşman” yer değiştirmiştir. Ermeniler büyük devletleri arkasına aldığı için birinci sıraya, Kürdler dağınık olduklarından, uluslararasından da desteği olmadığından ikinci sıraya düşer.  Bu arada Abdulhamit iktidar olur. Sıra Ermeni Katliamına gelir. Osmanlı Devleti Kürdleri  Ermeni katliamında kullanmak ister.

1828 Osmanlı Rus savaşında, Osmanlıya tavır alan Kürdler, General Paskiyeç’in (bir İngiliz Subayı) deyimiyle “Ruslara katılmayı düşünmemiş olabilirler ama mükemmel süvarilerini Sultandan esirgediler.” (13)   Bu da Osmanlıya yenilgi getirmişti.  1877 savaşında  ise Gönülsüzce Osmanlı yanında durdular savaşmadan kuvvetlerini geri çektiler. Osmanlı devletinin ekonomik olarak çöküntü yaşaması savaşı bölgedeki halkı askere alma ve halktan alacağı ekonomik destekle savaşı yürütmeye karşı açlıkla karşı karşıya gelen halkta büyük reaksiyonlara yol açar. Dersim bölgesinde Kürtler isyan eder. Bunların isyanlarını duyan diğer Kürtler de harekete geçer. Belli çatışmalar olur. Osmanlı  Dersim’de savaştaki kuvvetlerini geri çekmek zorunda kalır. Osmanlı zoruyla Rusya cephesine sürülen Kürtler gönülsüzdür savaşmazlar çoğu firar eder. Rus orduları karşısında Osmanlı yenilir. Buna rağmen Kürtlere bir taraf olarak ne Ayestafanos ne de Berlin Konferansında yer verilir.

Kürtler Şeyh Ubeydullah önderliğinde yeniden bir hareketin hazırlığına girişir. Şeyh Ubeydullahın hedefi ise Birleşik ve Bağımsız Kürdistandır. Osmanlıların oyununa gelmez. Osmanlıların verdiği vaatlere kanmaz. Kürdistan’da Asurilerin ve Ermenilerin Kürtlerle aynı hakka sahip olacağını söyler. Asurilerle, Ermenilerle ayrı ayrı görüşür. Kürt aşiret liderlerine asıl düşmanın İran ve Osmanlı olduğunu Ermenilerin Kürtlerin dostu olduğunu söyler. Ermenilerin dostluğunu kazanmaya çalışır. Kürt çevrelerinden de Ermenilere dost olmasını tavsiye eder. Önce İrana saldırır. Savaş esnasında Ermenilere kimsenin  dokunmaması için fetva yayımlar. Bunu yayımlamamış olsaydı, Ermenilerle Kürdler arasında Osmanlı devletinin yarattığı düşmanlıktan dolayı 1895 yılındaki katliamdan daha büyük Ermeni katliamı gerçekleşirdi. Sonra Osmanlıya karşı savaşır. Uluslararası güçlerle diplomatik ilişkilere girer. Rusyanın desteğini almaya çalışır. Ama İngiltere, İran ve Osmanlı kuvvetleri hareketi yenilgiye uğratır.

Sultan Hamid Ermenileri yokederek, Ermeni sorununu halletmeyi düşünürken; Kürdleri de İslamiyetle ulusal davasından uzaklaştırarak asimile edeceğini düşünmüştü. Panislamist fikirlerle islam dininin gücü ve islam devletinden elde edecekleri nüfuzlarla Kürdleri aldatıyordu. Kürdlerin bir kısmı artık ulusal siyasi iradelerini yitirmiş, İslam dini ile Osmanlıya bağlanmıştı. Osmanlı İslamiyeti de kullanarak Kürdleri Ermenilere karşı kışkırtarak kullanmak istiyordu.  Macar mühtedisi Arminius Vanberiy, anılarında Ermeni meselesinde Sultanın kendisine şöyle dediğini kaydeder:

“Rumeli ve Yunanistan’ı bizden alarak Avrupa Türkiye’nin ayaklarını kesmiştir. Bulgaristan, Sırbistan ve Mısır’ın kaybı bizi ellerimizden etmiştir. Şimdi de bu Ermeni iğtişaşını kullanarak bizim en can alıcı yerlerimizi hedeflemekte, bağırsaklarımızı sökmek istemektedirler. Bu bizim tamamen imhamız demektir ve olanca gücümüzle buna karşı koymalıyız” (14)

Osmanlı devleti bir taraftan başka milletleri etnik arındırmaya tabi tutarken diğer taraftan da Türk ulus oluşumuna gidiyordu.1860’lardan itibaren Anadolu göç ve asimilasyon yoluyla Türkleştiriliyor ve islamileştiriliyor. Sultan Abdulhamid gizli bir raporda şöyle diyordu:

“Yabancı dinleri tutanları hoş karşılayarak kendi tenimize kıymık sokacağımız zamanlar geride kaldı. Devletimizin sınırları içerisinde, yalnızca kendi milletimizin üyelerine ve kendi inancımızı taşıyanlara müsamaha  gösterebiliriz. Türk unsurunun pekiştirilmesini gözetmek zorundayız: Ülkemize Bulgaristan’ın yanı sıra Bosna ve Hersek’ten gelen Müslüman akınlarını sistematik olarak kabul etmek zorundayız. Bu kolonizasyon bizim için hayati bir meseledir. Bu göçlerle yapmak zorunda olduğumuz şey, yalnızca milli gücü pekiştirmek değil, İmparatorluğun ekonomik gücünü de artırmaktır. Mümkün oldukça Rumeli’deki ve özellikle Anadolu’daki Müslüman unsurları güçlendirmek zorundayız. Her şeyden önce yapmak zorunda olduğumuz şey Kürtleri asimile etmektir.”(15)

Kürdleri tümüyle denetim altında tutmak maksadıyla Hamidiye Alaylarını oluşturdu. Büyük beylikleri değil küçük aşiretleri tercih etmişti. Böylece Aşiretler arası çelişkileri derinleştirdi ve bir kısmını kendine bağladı.  Hamidiye Alaylarını Ermenileri ortadan kaldırmak için oluşturduğunu söyleyenlere hak vermek mümkün değil. Rusya Dışişlerinde görev yapan Rus Generali Mayevsriy V. T. “KAMBON’un belgelerinde, “Hamidiye aşiret alaylarının teşkili, yalnızca Ermeni köylerinin yağmalamak ve dağıtmak içindir”denilmektedir” Kambon’un olayın gerçek yüzünü bilmediğini yazan General, “Gerçekten Hamidiye aşiret alaylarının kurulma nedenleri, aşiret Kürtlerinden, askeri bakımdan faydalanmak ve bu aşiretlerin üzerine hükümetin denetimini sağlamaktı” der.  (16)   Esas amaç Kürdleri denetiminde tutmak ve Türk-İslam sistemine entegre etmekti.  Ermeni kırımında düzenli orduyu kullandı. Sanıldığı gibi Hamidiye Alayların  ufak tefek bir kaç çatışmanın dışında fazla bir rolü de olmadı.

“Akademik ve popüler anlatılarda Hamidiye Hafif Süvari Alay’ları’na bağlı düzensiz birliklerin Ermenilere karşı şiddetin baş sorumlusu olduğu ve katliamlarda çok önemli bir rol oynadığı iddiası, gerek Osmanlı kaynaklarına gerekse de yabancı arşivlere dayandırılmadan, uzun bir süredir dolaşımda olmaya devam ediyor. Oysa bu alayların söz konusu Ermeni  karşıtı ayaklanmalarda oynadığı rol, sanıldığından çok daha az ve olaylara katılımı bir çırpıda sayılabilecek bir kaç örnekle sınırlıdır”(17)

Kürdlerin nüfusa oranla Ermeniler gibi çok sayıda bir aydın tabakası yoktu. Çok az olan aydınlar da devlet politikası olarak sürekli Kürdistan’dan uzakta tutuluyordu. Bunların büyük kısmı devlette memur olmak, türkleşerek askeri ve idari memuriyetlerle tatmin olmayı yeğliyorlardı. Böylece Kürdlerin ezeli düşmanı olan Osmanlı devletine beslenen kin duyguları zamanla törpüleniyordu. Ermenilerde ise durum farklıydı. Ermeni partileri Ermeni siyasi ve toplumsal hayatına girmişti.

1894-97 Ermeni Katliamları

Yukarıda değindiğimiz 1878 Berlin Kongresiyle beraber, Ermeni sorunu uluslararası siyasetin bir sorunu haline gelmişti. Rusya ve İngiltere bu sorunu Osmanlı devlet bürokrasisinin önüne getirirken, 1880’lerin ikinci yarısında  Ermenilerin reformcu ve/ veya devrimci örgütleri devreye giriyor. Rusya’daki Ermenilerin girişimleri ile bu örgütler partileşiyor ve dönemin Rusya’sındaki partileri model alıyorlar. Aslında Ermeni devrimci komitelerinin cılız bir kitle desteği ve örgütlenme kapasitesi olmasına rağmen, Osmanlı sultanı ve Hükümeti bunu bir meydan okuma olarak algıladı.  Ermeni örgütleri de kendilerini  olduğundan daha “güçlü”, “büyük” gösterirken, küçük bir direnişi abartan bir propaganda tarzı  benimsedi. Osmanlı devleti soykırım yaptı, bunlar olayın esas içeriğini kavrama yerine, kendi direnişlerini abarttılar. Neredeyse soykırım, “direniş söyleminin” gölgesinde kaldı. (18)

Ermeni devrimci örgütlerinin strateji ve eylem planları Balkanlarda olduğu gibi büyük güçlerin müdahalesini bölgeye çekecek faaliyetlerdi. Asıl mesele budur. Ermeni örgütlerinin dayanacağı güç buydu.  Osmanlı devletinin de asıl korkusu, büyük devletlerin müdahalesiydi.

Şimdi Ermeni partilerinin durumuna bakalım. Ermeni siyasi partileri Osmanlı politikasında yer aldılar. Ermeniler üzerinde etkinlik kurmak için birbiriyle rekabet ettiler. Hınçak, Taşnaksutyun’u “kendi dışındaki  Ermeni gruplara karşı saldırgan ve sekter  siyaset yapma” tarzıyla eleştirecekti. Her ne kadar Ermeni Partileri kendisini Osmanlı politikasında etkileyici aktör olarak görse de Osmanlı devleti için “iç düşman”dılar. Sosyalist, demokrat geçinen bu milliyetçi partiler, Kürd ulusuyla ittifak etme, Osmanlı sömürgeciliğine karşı ortak mücadele etme yerine etnik ve dinsel nefretten medet umarak iki ulus arasına duvar ördüler. Ne sosyalist geçinen Hınçak, ne de Taşnak Kürdler ve Ermenilerin arasındaki ilişkileri ve ortak çıkarları doğru bir biçimde değerlendirdiler. İki halkın duyarlı olduğu konuları tespit etme, bunları bir  mücadele çizgisi üzerinde birleştirme çabasına girmediler. Halka dayanmaktan uzak intiharvari bir politikayla başarısız bir sonu hazırladılar.  

Kendine sosyalist diyen  Hınçak 1887’de Cenevre’de kurulmuştu.  1894-96 olaylarına kadar Ermeniler arasında en büyük kitlesel desteğe sahipti. Bu tarihten sonra etkisini yitirdi. Taşnaksutyun ilk sıraya geçti, İttihat ve Terakki ittifakıyla Ermeni toplumu üzerine hegemonya kurdu. Taşnaksutyun 1890  Tiflis’te kurulmuş Rusyadaki sol grupların etkisi altında idi. Ermeni siyasetinde bu iki parti belirleyici oldu. Geleneksel Ermenekon vardı ama pek etkili olamadı. Küçük bir grup olarak kaldı. Bunlar bütün Ermenilerin temsilciliğine soyundular. Osmanlı, Rusya ve İran Ermenileri dahil ulusal bir  siyasette birleştiriyorlardı. Bu partilerin en büyük atılımı Ermeni toplumsal hayatına siyasi parti yapısını sokmalarıdır. Böylece Ermeni toplumu dini bir cemaat değil, siyasi bir toplum aşamasına erişiyordu.  Osmanlı imparatorluğunda millet sistemi gereğince Patrik Ermenileri temsil ediyor ve onlar adına konuşuyordu. Bu ise dini toplum olarak cemaatlerin yaşamlarını düzenliyordu. Bunun dışına çıktığında Babıali uyarır: Bu tür konular Patrikhanenin denetimi ve yetkisinin dışındadır diye.

Ermeniler ulusal uyanıştan kısmen silahlı mücadeleye geçtiler.  Taşnaksutyun, Ermeni meselesinin çözümünü ancak “silalı eylemle” mümkün olacağını”, devrimin amacını, “Başkaldırıp Osmanlı Ermenistanı’nda siyasi ve ekonomik bağımsızlık elde etmektir” diye tanımlar.(19)

1894-97 arasında büyük bir Ermeni kırımı oldu. Bu aslında 1915 soykırmının bir provasıdır. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi Osmanlı devletinin sürekli el altında tuttuğu Ermeni ve Kürd soykırım planı var. Uluslararası ve Osmanlı devletinin durumunu gözeterek uygun koşullar oluştuğunda hayata geçiriliyor. 1894-97 arasında bir dizi olay vardır. 1894’teki Sason olayı biraz farklıdır. Ermeni örgütlerinin silahlı grupları devlete karşı “itaatsizlik” ve Kürd aşiretlerine saldırı ile başlar. Osmanlı ordusu ve Hamidiye Alayları olayı şiddetle bastırır. Türk resmi tarihçileri olayları “Ermeni isyanları” veya “Ermeni ihtilali” ve müslüman halkın da buna karşı tepkisi diye yansıtır. Olay böyle değildir. Ermeni hareketinin bir hazırlığı olduğu açıktır. Yer yer silahlı grup eylemlerinin direnişi ve eylemleri olur. Ama Ermeni Politik hareketlerinin silahlı eylemleri durumu değiştirecek çapta değildir. Ama bu eylemler Ermeni soykırımı için bahane oluşturmuştur. !895-96 yıllarında provakasyonlar önceden hazırlanmış pogromlar, benzer şekilde hayata geçiririlir. Bu olaylarda yaklaşık 30-40 bin civarı Ermeni katledilir ve binlercesi din değiştirmeye zorlanır. Kadınlar kaçırılır, tecavüz yağma, talan tahrip olayları olur. Bütün bunlar Osmanlı ordusu eliyle sözde müslüman halkın “galeyana gelmesi” biçiminde tezahür eder. Günümüzde 1977 yılında Maraş olaylarında alevi Kürdlere yönelik soykırımı gibidir. Bir çok yerde katliamların olmasında asıl direnecek gücün olmasından değil, olmamasından kaynaklandı. Katliamlar genellikle Cuma namazlarından sonra başlıyor. Cuma namazında okunan hutbede katliam teşvik ediliyor.  Bir borazan sesiyle başlıyor ve borazan sesiyle bitiyor.

 Bu da şunu gösteriyor. Osmanlı devletinin eskiden beri düzenlenen bir soykırım geleneği vardır. Ermeniler bu olaylarda 300.000 kişinin öldürüldüğünü iddia ederler. Ama tarafsız kaynaklar bu rakamın abartılı olduğunu söylerler. 30 -40 bin civarı olduğunu söylerler. Sonuçta  bir etnik grubun yokedilmesi ve soykırımı sözkonusudur. Bu soykırım olayları 1915 Ermeni soykırımının 1916 Kürd soykırımının provasıdır aynı zamanda.

Bir kısmı da suçu getirip Hamidiye Hafif Suvari Alaylarına yükler. Olay düzenli askeri birlikler kullanıldı ve bazı yerlerde Hamidiye Alayları kullanıldı.Hamidiye Alaylarının kurulmasının esas amacı Kürdleri  sisteme bağlamak ve denetim altında tutmaktı. Kürdleri de düşman kutbuna iterse Balkanlar gibi her şeyi kaybedecekti. Müslüman ahaliyi gücendirmemek, Dördüncü Ordu Müşiri Mehmed Zeki Paşa’nın deyimiyle “Ekradı okşamak” gerekiyordu dönemsel politika.

Abdulhamid Kürdleri Ermeni katliamında kullanmak ister. Gelen emir üzerine Kürd Ağaları ve Beyleri Van’da bir toplantı yapar. Kürdlerin büyük ulusal lideri Şeyh Ubeydullah toplantıdakilere şunu der:

“Çok eski zamanlardan beri Ermeniler ve Kürtler bu topraklarda komşu olarak yaşamaktadırlar. Şayet biz bugün onları kırarsak, yarın Türkler bizi kıracaklardır. Ben zannediyorum ki Kürtler bunu sezinlerler ve tahmin etmiyorum ki bu cellatlığı yapmak isteyecek olan herhangi bir Kürt bulunsun” (19)  Bundan sonra toplantı dağılır ve Sultan’ın arzusu gerçekleşmez.

Kürd aydınları katliama tavır alır. Kürdistan gazetesinde Abdurrahman Bedirhan “ Ey Kürdler! Artık katliam ve talanı terk edin, Ermenilerle ittifak edin. Muhakkak biliniz ki, eğer bu nifakı terk etmezseniz (...) ve Abdulhamit’in zalim memurlarını başınızdan atmazsanız, hem Ermeniler hem de siz ayaklar altında kalırsınız”

Ermeniler, Kürdistan’dan yalan, yanlış haberler yayarak batılı gazetecileri Kürdler aleyhinde şekillendirirler. Mesela İngiliz Times muhabiri Charles B. Norman yazdığı haberlerde sıklıkla Çerkeslerin ve Kürdlerin Ermenilere yaptığı “mezalimi” anlatıyordu. Haber kaynağı Erzurumdaki İngiliz Konsolosu Mr. Zohrab ile bölgedeki Amerikan misyonerleri gösterilir.

Katliamlar planlıdır. Karşılıklı zaiat raporlarında Ermeniler sayısı çok fazla yereldekilerin çok azdır. Katliamlar İstanbul merkezlidir. Balkanlardan gelen göçmenler kullanılmıştır Devletin güvenlik güçleri kullanılmıştır. Ama “Kürdistan’dakiler vahşi Kürtler hükümeti dinlememiştir.” diye yansıtılmıştır.

İşin aslı başından beri Osmanlı devletinin Ermeni soykırımı ile ilgili bir planı var ve bu planı istediği ve uygun bulduğu zamanlarda devreye sokuyor. Devletin kontrol altına almaya çalıştığı “ayak takımı” gibi  yakıştırmalar olayları basite indirgemek olur.

Resmi Türk yazımı olayları Ermeni isyanları,  Ermeni ihtilali, karışıklıklar, Ermeni Komitacılar vs, Ermeniler karşısında galeyana gelen kitleler diye lanse eder.

1895-96 yıllarındaki katliamlarda devlet adına hareket edenler Osmanlı devletinin bekası ve Osmanlıların birliği maksadıyla Ermenilere ders verildiğini düşünürler.

Ermeni Patriği yabancı sefirlere bütün Ermenilerin Halep Vilayetine bu vilayetteki Müslümanların başka bölgelere göç ettirilmesini istemiştir. Aslında Ermenilere bir yurt aranmaktadır. Ermeniler bulunduğu yerlerde çoğunluk oluşturmamaları bir açmazdır. Ermenilerin çizdiği “denizden denize” hedefi ise çok büyüktür.

Osmanlıda 19. Yüzyılın sonunda Türkçülük egemen oldu. Sosyal –Darwinist teorilerin etkisiyle Osmanlı boyunduruğu altındaki ulusal sorunun çözümü o ulusu tümden yoketmekle halolacağı düşüncesi egemen oldu. Turancılık hedefini önüne koymuştu. Ama Turancılık hedefinin önünde iki ulus görüyordu: Kürdler ve Ermeniler . Bu iki ulusu soykırımla ortadan kaldırmayı amaç edindi.

Thomas Paine şöyle yazıyor :  ”Savaş, eski yapıda bir hükümet etme sistemi olduğundan, ulusların birbirine karşı beslediği düşmanlık duygusu, hükümetlerinin politikalarının sistemin ruhunu ayakta tutmak için uyandırdığı bir düşmanlıktan başka bir şey değildir...Yanlış bir hükümet sistemi tarafından insanlar birbirine düşman hale getirilmediği sürece, insan insanın düşmanı değildir.” (20)

Ermeni sorununa tekrar dönecek olursak, Ermeniler bütün Osmanlı topraklarına dağılmış durumdaydı. Trakya’dan İstanbul, marmara, Anatolya, Karadeniz sahillerinden Akdenize oradan Kürdistana. Hatta sadece Osmanlılar değil İran ve Rusya’ya da dağılmış vaziyette idi. Tarihi olarak Ermenilerin yurt edindiği bir ülke olmadığı gibi nüfus çoğunluğunu oluşturdukları bir yer, bir bölge de yoktu. Osmanlı egemenliği altındaki topraklarda yaşayan Ermenilerin yarıdan fazlası Kürdistan toprakları dışında yaşıyordu. Hatta üçte biri Kürdistan’da yaşıyordu diyebiliriz. Yukarıdaki iddilar benim değil. Yapılan nüfus sayımları ortada.

Fransa’nın İstanbul konsolosu Mösyö Kambon yazdığı rapor (sarı kitap diye anılıyor) da:

“1894 yılının başında Ermeni olayı böyleydi. Eğer bir genel ayaklanma  başlarsa sonucu bir müstakil Ermenistan mı yoksa başka emmareler mi olacak?. Bence bunu düşünmek bile faydasızdır. Çünkü Ermenistan, Yunanistan, Bulgaristan gibi hemen ortaya çıkmaz. Zira hükümeti teşkil için belli bir hududu belirtmek lazımdır. Yalnız mıntıka göstermek olmaz. Zira belli bu mıntıkada yaşayan başka millete mensup insan daha fazladır. Bu da hükümet kurmaya engeldir. Ermeniler Osmanlı arazisinin her yerine dağılmışlardır. Asıl Ermenistan diye iddia edilen yerde Müslümanlar, Ermenilerden daha fazladır. Çok daha önemli bir şey daha var ki, inkarı mümkün değildir: Ermenistan, Osmanlı, İran ve Rusya’nın aralarında bölünmüştür.

Çok zayıf bir ihtimale göre, eğer Avrupalılar bir Ermenistan oluşumuna rıza gösterirlerse sınırı çizmekten aciz kalacaklardır. Eğer yerel özgürlükle eyalet sistemi kabul ederlerse yine de aynı müşkülat ortaya çıkar. Zira, acaba Ermenistan Türkiye’nin neresindedir?” (21)

Ermeniler her toplumda olduğu gibi kendi içinde sınıf çıkarları gereği ticaretle uğraşan Ermeni burjuvazisi çıkarlarını Osmanlı ile birlikte, onun içinde kalmaktan yana görüyordu. Ayrı bir ulusal devletten öte Osmanlı devleti içinde hak ve hukukunu koruyan, uyumlu bir yaşamdan yanaydı. Dünya ticaret sistemiyle uyumlu, devletin vereceği çıkar ve imtiyazları tercih ediyordu.

Ermeni partileri ise ulusal bağımsızlığı hedeflediler. Peki nerede? 6 Vilayette. Buralar Kürdistandır. Dolayısıyla Ermeni siyasi partileri ve stratejistleri yanlış bir yol çizdiler. Kürdleri düşman gördüler. Osmanlı devlet aygıtının gücünü hesaba katınca onunla ittifak’a girdiler. Taşnaksutyun 1914 yılına kadar İttihat ve Terakki ile ittifak içindeydi.

Tarihsel olarak oluşmuş bir ülkeleri yoktu. İmparatorluğun topraklarının hemen hemen her yerine dağılmış durumdaydılar. Sadece, Osmanlı değil, İran, Rusya’da da bu durumdaydılar. Mesela Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Kürdistan gibi bir Ermenistan yoktu. Ermeniler yaşadığı yerlerde bir nüfus çoğunluğu da oluşturmuyorlardı. Ermeniler Osmanlı topraklarında bir “etnisite” idi. Osmanlılar buna “azınlık” diyor. Bu partiler yalnızca bir Ermeni devrimi yolunda rejimi, hatta yerel yöneticileri ortadan kaldıracak kitle gücüne sahip olmadıklarını biliyorlardı. Düşman olarak gördükleri, Kürdlerin, diğer etnik ve dini grupların  desteğini alma çabasına girmediler. Geriye bir tek hedeflerine ulaşmak için yabancı büyük devletlerin müdahalesine umut bağladılar.

 Ermeni siyasi partilerinin Osmanlı devlet bekasını sağlayabilecek bir çözüme en çok yaklaşan gruplar olması paradoksaldır. Ancak rejim tebasını düşünmüyordu. Karşılıksız bir sadakat istediği gibi onu düşman görüyordu. Taşnaksutyun İttihatçılar ile ittifak yapmıştı. Peki kime ve neye karşı? Ermeni partiler arasındaki rekabette de devlet gücünü arkasına alıyordu. 1908 hareketi ile İttihat ve Terakki güdümlü parlamenter sisteme büyük umutlar  bağlayan Ermeniler, yerel güçlerle değil, İttihatçılar  ile ittifaka önem verdi. 1915 soykırımının provası olan 1909 Adana katliamını bile bir mesele haline getirmedi. “İlerici” İttihatçı iktidarına karşı eski gerici kesimin düzenlediği bir olay olarak değerlendirdi. Bu konuda Hınçak farklı düşünür ve daha doğru bir değerlendirmeye sahiptir.

“Ermeni Ulusu, Taşnak Partisi önderliğinde kendilerine sunulan siyasi hürriyetle yetinip, Ermeni sorununu çözümü sorumluluğunu Osmanlı devletine bırakıyorlardı. Taşnak Partisi programında, Osmanlı Ermenistanı’nın geniş özerkliğini ancak Osmanlı devletiyle kurulacak ittifak gerçekleştirebilir diyordu.”(22)

Kürdler 20. Yüzyılın başlarında, yaşanan karışık ortamda durumlarını biraz düzelttiler. Bu dönemde Kürd toplumunun yönetici kesimini üç grupta toplayabiliriz.1. Beyler, Şeyhler, Ağalar, bunlar Kürdistan’da toplumda egemen ve söz sahibiydiler. Bütün aşiretler veya reaya bunların emri altında idi. 2. Kürd memurlar ve subaylar, bunlar memur zihniyetine sahip insanlardı, sisteme uyum sağlayarak, Türkleşerek sistemin hizmetinde idiler. Sistemden bir mevki kapma peşinde idiler ama sayıları fazla değildi. Çok azı da Kürt olduklarını kısmen hatırlıyor. 3. Aydın, ulusal bilince sahip insanlar, bunlar eski isyan liderleri, Ubeydullah veya Bedirxan’ın çocukları ya da değişik yerlerde okuyan kesimlerdi. Bunlar Kürd ulusal mücadelesi veriyor, gazete çıkarıyor Osmanlıya muhalif kesimlerle dolayısıyla Ermenilerle de ilişki içerisinde idiler. 1908 ‘den sonra Osmanlılar çok partili siyasi hayata girince Kürdlerde artık dernek ve ulusal organizasyonlar oluşturdular. Burada bir Kürd aydınlanması görebiliriz, ama Kürd toplumuna ne kadar yansıdı? Kürd hareketinde iki eğilim gelişti. Genç kesim bağımsızlığı savunurken, diğer kesim sistem içinde otonomi,  eğitim ve kültürel haklar peşindeydi. Genelde devlet politikası gereği Kürdistan’dan uzak yerlerde kalıyorlardı. Kürd yayın faaliyetlerinin siyasi içeriği henüz güçsüzdü. Daha önce savundukları bağımsızlık propagandalarını ve düşüncesini ikinci plana attılar, basit sözler söyleyerek Kürd ulusunun kültürel aydınlanması üzerine çalıştılar. Bağımsız bir devlet kurmak amacıyla bir parti kurma, Kürd kitlelerini örgütleme, Kürd halkını ulusal kurtuluş savaşına hazırlama çalışmalarından söz edilmiyordu.

İstanbul’da kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti(1908) kurucularından Melikan’lı Molla Selim ve Şeyh Said Ali ile birlikte, Meşrutiyetin getirdiği ortamı da değerlendirerek bir İsyan hazırlığı yaparlar.  İsyanın liderleri Taşnak’la görüşür ve birlik önerirler. Bir anlaşma yaparlar.  Bitliste çıkan isyan’ı önceden haber alan Osmanlı kısa sürede  kanla bastırır.

 Ermeniler bağımsızlık düşüncesini dile getirmiyor, Osmanlılarda geniş bir özerklik fikrini savunuyorlardı. Bunu da Osmanlıların meşrutiyet fikriyle devletin iç idari teşkilatlarında reformlar yaparak Ermenilerin kabul edilebilir bir özerkliğe kavuşabileceğine inanıyorlardı. Ermenilerin yönetici siyasi akımı Taşnak, Osmanlı İdarecileri İttihatçılarla bir anlaşma yaptı. Garo Sasuni bunun amacını şöyle belirtiyor:

“1- Meşrutiyeti her türlü gerici güçlere karşı korumak.

  2- Ermeni vilayetlerinde en önemli sorun olan toprak sorununa bir çözüm bulmak.

  3-Ermeni vilayetleri için, yöresel geniş bir özerk idareyi kurmak.”(23)

Sonuçta kendisine sosyalist diyen Hınçak, Sosyal –demokrat diyen Taşnaksutyun, Ermenilerle Kürdler arasındaki ilişkileri, hassas noktaları, ortak çıkarları doğru değerlendiremedi. İki halkın mücadelesini aynı yönde birleştirmeyi başaramadı. Bunun çabasına girmedi. Halklar arasında öfke ve nefret duyguları uyandırarak Ermenilere ve Kürdlere zarar verdi. Mesela feodal deyip Kürd aşiret reislerine yöneliyorlar, bunları hedef seçiyorlar. Aşiretin en tepesindeki kişi ile tabandaki kişi  akrabadır. Komşu da olsa yabancı biri aşiretten birini vurduğu zaman bu kan davasına dönüşür. Artık Kürdü kazanma ihtimali ortadan kalkar.

Garo Sasuni Kürdlerle dostane ilişkiler kurmak amacıyla Taşnak’ın çaba sarfettiğini kitabında yer yer değinir. İlginç bir örneği burada kısaca değineyim.1903 yılının sonbaharında  Taşnak’ın aktif üyelerinden Malhas özel bir görevle Şemdinan’daki Şeyh Mehmet Sıddıkla (Şeyh Ubeydullah’ın küçük oğlu) partisi adına görüşmeye gider. Şeyh Sıddık 10 bin kişilik güce sahiptir. Gelen temsilcinin hangi görevle geldiğinden önce haberdardır, çok iyi kürd misafirperverliği ile karşılar. Malhas Kürd komşularıyla işbirliği yapmak istediğini, Kürdlere karşı olmadıklarını, Osmanlılara karşı olduklarını diplomatik bir dille anlatır. Ve pratikte bazı taleplerde bulunur. Şeyh Sıddık’ın cevabı ilginç olduğu kadar, bir çok konuda bilgi sahibi,  Ermenilerin Kürdler aleyhinde olumsuz propagandalar yapmasından haberdar olması dikkat çekicidir:

“Siz Ermeniler Hıristiyan  olduğunuzdan belirli bir derecede himaye altındasınız. Herhangi bir köyde bir Ermeninin burnu kanadığında, bu haksızlığa karşı İstanbul’daki yabancı büyükelçiler Osmanlılara hemen şikayette bulunurlar. “Osmanlı” öldürür fakat suçlu daima Kürttür. Osmanlı  baskı yapar, kabahatli olan yine Kürttür. Hiç bir fenalık ortada mevcut değildir ki bunu yapan Kürt olmasın ve hiç bir zulüm yoktur ki buna maruz kalan Ermeni olmasın. Büyük yabancı devletler buna böyle inanıyor ve sizde aynısını iddia ediyorsunuz. Sizi sevmek için özel bir neden bulamıyorum. Fakat biliyoruz ki bu topraklar üzerinde siz de bizler kadar eskisiniz ve bu topraklarda yeni olanlar Türklerdir ve onlara karşı ikimizin de dostane bir tutum takınmamamıza hiç bir neden yoktur. Toprağımız geniştir ve iki halka da fazlasıyla yeterlidir. Başkalede ve Norduz’dan başlayarak Musul’a kadar olan bölgeler bizimdir, yukarısı da sizindir. İşte esas üzerinde düşünmemiz gereken konu budur. Siz bizimle birlikte olduğunuz takdirde, planlarınızı gerçekleştirmenizde size karşı olmaya hiç bir nedenimiz yoktur. “ Maslahın getirdiği talepleri kabul eder o da kendi isteklerini sıralar.(24)

Garo Sasuni durumu şöyle değerlendirir: “Taşnak partisinin amacı Sultan Hamid rejimine karşı olup onu devirmektir. Halbu ki Şeyh Sıddık’ın amacı ise Osmanlı devletinden ayrılarak, bağımsız bir Kürdistan devleti kurmaktı.”(25)

Varna’daki 5. Kongreden sonra Taşnaksutyun Osmanlı imparatorluğundaki yeraltı faaliyetlerini durduracağını duyurdu. Ama silahlı birimlerini dağıtmadı. Taşnaksutyun Van, Bitlis, Erzurum Vilayetlerinde hükümetin bilgisi dahilinde ve desteğinde silahlı birimlerini güçlendiriyordu.  Ermeni köylülere ya da yerel insanlara silahlı eylemlerde bulunuyordu. Ama failler yakalanmaz ve yargılanmazdı. 1913’ün ikinci yarısında Kürt “eşkiyalara” karşı operasyonlar düzenleniyordu.  Mir Mıhe’ye karşı düzenlenen operasyona Van’daki üç Taşnak şefinden biri olan Aram Manukyan da katıldı ve Osmanlı  birlikleriyle beraber çatışmalarda yer aldı.  (26)

Ermeni partileri programlarında teorilerinde ne yazarsa yazsın, tüm umutlarını Berlin antlaşmasında ifade edilen Batı devletlerinin dış müdahalesine bağlamışlardı. Balkanlardaki ulusal bağımsızlık savaşları batının müdahalesi ile kazanılan zaferlerdi. Ancak koşullar değişmişti. Britanya, Rusya rekabeti Ermenilerden daha önemliydi. Ermeni meselesi ne yunanistan ne de Sırbistandı.

Ermeni soykırımı Osmanlı devletinin kararıdır. İttihat ve Terakki ile başlamadı. Türkçülük ve islamcılık faşist düşüncelerden kaynağını almaktadır. İttihat ve Terakki yeni dönemde yeni bir boyuta çıkarmış, modern bir şekilde  ve kapsamlı sürdürmüştür. Mesela 1915 yılından önceki soykırımlarda Kürdler ya da Ermenilerde  pogromlar biçiminde bulunduğu yerde soykırım uygulanıyordu. (Gerçi Osmanlı geçmişinde sürgünler var. Bunu ayrıca değerlendirmek gerekiyor.)Ama bu kez devlet geçmiş tecrübelerin ışığında bunun başarıya ulaşmadığını görünce tehcir politikasıyla yaşadığı topraklardan kopararak daha başarılı olacağını düşünüyor. Aslında soykırım veya Osmanlıların son dönemindeki Etnisite Mühendisliği İttihat ve Terakki ile başlamıyor. Ondan önce var.

 Örneğin 1915 soykırımını İttihat ve Terakki yapmıştır. Peki 1895-96 yıllarındaki Ermeni soykırımını kim yaptı. İttihat ve Terakki yoktu veya iktidar değildi. Ya da 1825 Yunan ulusal hareketini bastırırken yapılan kırımlar, sonra bulgar soykırımı, Rum  ve Kürd soykırımları. Demek ki bir gelenek biçiminde sürdürülüyor. Demek ki mesele sadece Ermeni meselesi değildi. Osmanlıda Milletler meselesi idi. Devlette aynı politikayı sürdürmede bir süreklilik var. İttihat ve Terakki  biçimsel farklılıklar bir tarafa bırakılırsa Abdulhamid’in temel Türkçülük politikasını sürdürmüştür. Talat Paşa Abdulhamid’in on yılda yapamadığını biz bir kaç ayda yaptık demiştir. 

Türk yöneticiler bir çıkış yolu arıyordu. Çare olarak  hepsi de aynı kapıya çıkan üç ideoloji veya siyasi tutum öne sürülüyordu. Osmanlılık, Pan-Türkizm ve Pan –İslamizm.   Bunların hepsi yerine göre kullanıldı. Ama aslında hepsinin temelinde Pan-Türkizm yatıyordu. Diğer ikisi Pan-Türkizmi maskelemek veya bir motivasyon aracı olarak kullanıldı. Türkleştirme projesi diğer ulusal hareketlerle birlikte 18. Yüzyılda başlar. Osmanlıdaki reform hareketleri, modernleşme hareketleri aynı zamanda bir Türk ulusu inşa sürecidir. 19. Yüzyılın ortalarında artık devlet şekillenmesi bir Türk ulus devletine doğru evrilir. 1876 Anayasası ile resmi dil Türkçe olur. Devlet idari şekli türkleştirildiği gibi Türklere bir “vatan” yaratma süreci başlar. Türk –İslam homojenleşmesine gidilir.

 Aslında Osmanlıların ilk işgal ettikleri yer Balkanlardı ama burada tutunamayınca, doğuya yönelir.  Doğuda da Batılıların sandığı gibi bir Türk çoğunluğu yoktu. Ne bir Türk ülkesi ne de Türklerin çoğunluk oluşturduğu bir toprak parçası vardı. Burada etnik arındırma veya etnisite mühendisliği devreye girer. Bu İttihatçılarla  başlamaz, daha önce başlar İttihatçılar ile üst bir aşamaya çıkar. Herhangi bir ulusa verilecek kendi kendini yönetme, bir özerklik dahi olsa o ulus, ulusal güçlerini toparlıyor ve bağımsızlığıın yolunu döşüyor. Bunu gören Osmanlılar çareyi tümüyle sözkonusu ulusu yoketmekle, o sorunun da kökten çözeceğini (halledeceğini) düşündü. Osmanlı sınırları içinde kalan topraklarda Kürdler, Ermeniler ve Araplar kalmıştı. Araplar üzerine bir hesap yapmadı. O kadar geniş topraklara Türk nüfusu kafi(yeterli) gelmiyordu, azınlıkta kalıyordu. O zaman Anatolya ve Kürdistan kaldı. Türkler için Ermeniler, Kürdler ve Rumlar varolan tehditler arasında en ölümcül olandı. Yunanlılar, Bulgarlar , Sırplar, Arnavutlar, Araplar bir biçimde uzakta kalmış ve ayrılmışlardı. Ama Anatolya ve Kürdistan’dan vazgeçilemezdi. Devletin küçülmesi değil, dağılması ve yokolması demekti.

 Kürdleri “islamiyetle” ulusal davasından uzaklaştırılmış, ayrıca dünya güçlerinden tek bir desteği yoktu. Ermeniler ise dünya güçlerinin desteğine sahip ama imhası daha kolay bir etnisite idi. Her iki ulusu da yoketmeyi önüne koydu. Birinci aşama, bunları yokettiğinde, Türklere bir “vatan” oluşturacak, ikinci aşama, Orta Asya Türkleriyle birleşerek Büyük Türkistan emperyalist ülküsünü gerçekleştirecekti. Siyasi hedef belli ve nettir. Şimdi bunu karar alma, planlama ve uygulama sürecine kısaca bakalım. Ermeni tebaya karşı “Türk Anayurdunun tesisi ve müdafaası” için yöneticiler kendine “zorunlu” görev çıkardı. Dönemi içinde Türk yöneticilerinin bu “soykırım” politikasını ne Ermeni ileri gelenleri ne de Kürd ileri gelenleri tahlil edip ona göre tedbir alabildiler.

 Ermeni meselesi yaklaşık  yüzyıl sürmüştür. Ermeni meselesi 1828-29 Rus Osmanlı savaşı ile başlar. 1876-78 tarihlerinde uluslararası bir nitelik kazanır. 1877 Beyazıd katliamı. 1895-96 Osmanlı çapında bir deneme ve katliam. 1909 bir prova Adana katliamı. 1914 -17  Talat Paşa’nın deyimiyle  Ermeni meselesi “hallolur”.

Dikkat edilirse bu zamana yayılmış yüzyıllık bir süreçtir. Dünya güçleri Osmanlıdaki hıristiyan uluslara hamilik yaparlar. 1856 yılında İngiltere ve Fransa Osmanlıya, herhangi bir tehlike karşısında Osmanlıdaki hıristiyan halkları koruma ve gerektiğinde müdahale etme hakkını elde eden bir anlaşma imzalarlar. Ayestafanos ve Berlin antlaşmalarıyla beraber Ermeni meselesi uluslararası hal alınca, peşinden reform dayatılınca Osmanlı Ermeni soykırımını ön plana alır. Bunun için uygun anı kollar. Beyazıd ve peşinden 1894-97 kırımlarıyla Ermenileri dize getirse de tümden yokederek istediği hedefe ulaşamadı. 1909 Adana kırımı bir uyarı ve aynı zamanda provadır. Çukurova Abdulhamid döneminden beri Türkleştirilmektedir. Adana kırımı 10 gün sürmüş yaklaşık 15 bin ile 30 bin arası Ermeni katledilmiştir. Katliam İstanbul’dan koordine edilmiştir. Yönetim’de İttahatçılar vardır, Taşnakla ittifaktırlar.

 1911 yılında Selanikte yapılan İttihat ve Terakki gizli kongresinde imha kararı alındığı bir çok tarihçi tarafından dile getirilir. “İmparatorluğun Türk olmayan unsurlarının “gerekirse silahlı güçlerle”Türkleştirilmesi doğrultusunda karar alındığı belirtilmektedir.

Osmanlı 1. Dünya Savaşına Neden Girdi?

Balkan savaşından  sonra Ermeni örgütleri reformları devreye sokmak için bir cephede birleşirler ve Avrupa ve Rusya’da girişimlerde bulunurlar. Rusya kendisine bu işte birinci derecede rol biçer. İngiltere ile anlaşınca,  Ermeni sorununa yönelik uluslararası bloklaşma çözülür. Ama bu kez Britanya yerine Almanya Osmanlı hamisi kesilir. İki ülke arasında yapılan görüşmelerle uzlaşı sağlanır. 8 Şubat 1914 tarihinde Sadrazam  Said Halim Paşa ve Rusya İstanbul Maslahat güzarı Constantin Goulkevitch’in imzaladığı “Vilayat-ı Şarkiya Islahatı “  antlaşması olur.  Berlin antlaşmasına benzer bu antlaşma yürürlüğe girer. Bu anlaşma metnini, Nuri Dersiminin Hatıratım kitabında görebilirsiniz. Aslında anlaşma Kuzey Kürdistanı Ermenilerin yönetimine hazırlıyor ve veriyordu. Bu süreç Kürdler için ne getirirdi bugün artık tartışmak anlamsız. Trabzon da içinde olmak üzere 6 Vilayet iki yabancı müfettişin sorumluluğuna verilir. Norveçli Nicolos Hoff (Van, Bitlis, Harput ve Diyarbekir), Hollandalı M. Westenenk(Trabzon, Sivas ve Erzurum) 14 Temmuz 1914 ‘te görevleri onaylanır. Osmanlılar savaşa girince bu iki temsilciyi geri gönderir. Bu anlaşma ile Rusya artık Anadolu’nun içlerine uzanmıştır. Bu Osmanlının çöküşü anlamına gelir. Bir taraftan bu anlaşmayı yapan Osmanlılar diğer taraftan gizli olarak soykırım planını devreye sokar. Bu da yaklaşan savaşın gölgesinde uygulamaya konacaktır. Osmanlı’nın İttihatçı hükümetinin savaşa giriş kararı hayatta kalmak için alınmış bir karar olarak bazı tarihçiler tarafından değerlendirilir.

Birinci Dünya savaşı 28 Temmuz 1914’te başlar. Savaştan önceki durumu kısaca da olsa irdelemekte yarar var. 1912-13 yılları arasında Balkan savaşları oldu. Sırbistan, Yunanistan, Karadağ ve Bulgaristan işgali altındaki topraklarını kurtarmak, Osmanlı boyunduruğuna son vermek amacıyla Osmanlıya karşı savaş açtılar.  Güçsüz, moralsiz hazırlıksız ve yeterli askeri donanıma sahip olmayan Osmanlı, 14 kapsamlı muharebeden tek bir tanesini aldı. Gerisinin hepsini kaybetti. 30 Mayıs 1913  Savaşın sonunda Londra anlaşmasıyla büyük toprak kaybına uğradı. 23 Ocak 1913’te İttihatçılar darbe yaptı. Balkan savaşlarında yenilgi ile çıkan, çöken ve çözülen bir Osmanlı devleti neden Birinci dünya savaşına girer? Kimse Osmanlı devletine saldırmadığı halde, İtilaf devletleri karşısında kazanamayacağını bildiği halde savaşa girmenin çok önemli başka nedenleri olmalı. Bu konuda tarihçilerin çok farklı görüşleri var. Ama Türk resmi tarihçileri saçma teoriler ileri sürerken, meseleyi İttihatçıların maceracı hayalperestliğine yorumlayanlar var. Ama her nedense bu sır hiç açıklanmaz.

Osmanlı çöküşü yaşıyor. Büyük bir devletin himayesinde toprak bütünlüğünü korumak ister. İngiltere Rusya karşısında bu hamiliği yapıyordu. Büyük güçlerin çelişkileri,  çıkar çatışmaları arasında yüzyıldır ömrünü sürdüren Osmanlı, bu güçlerin bir araya gelerek uzlaşmasıyla artık miadını doldurduğunu yöneticiler  farketti. İngiltere yerine Almanya Osmanlı hamiliğine soyundu. Almanya Rusya’ya savaş ilan ettikten bir gün sonra Osmanlı ile işbirliği ve askeri seferberliği öngören anlaşma imzalıyor. Ama hiç bir devlet Osmanlıya savaş açmadan Osmanlı Karadenize aldığı iki Alman savaş gemisi ile Rusya’ya savaş ilan etmeden, Sivaptopol  limanını bombalıyor, 14 Rus gemisini batırıyor. Ondan sonra Rusya, İngiltere, Fransa Osmanlıya savaş ilan ediyor. Yani kimse Osmanlıya saldırmadan, Osmanlı, büyük olasılıkla savaşta yenileceğinin de hesabını yaparak istekle savaşa girmiştir.

Son dönemlerde yapılan bazı araştırmalar bu soruna açıklık getirmektedir: 1.Savaş koşulları içinde, Anatolya ve Kürdistanı Türkleştirmek, sınırları çizerek bir Türk vatanı oluşturmak, bu topraklar üzerinde etnisite mühendisliği yaparak, soykırım yaparak Türk çoğunluğu sağlamak ve Türk-İslam homojenliği yaratmak. Böylece bir “Türk vatanı” ve “Türk ulusunu” güvenceye kavuşturmak.  2. ”Diğer ulusların mal varlıklarına el koyarak, sermaye birikimi yapmak bununla iktisadi kalkınmayı sağlamak, “milli” dedikleri bir Türk burjuvazisi oluşturmak. 3. “Ulusal strateji” ile Türk devletinin geleceğini teminat altına almak. Diğer bir deyişle Osmanlının karşı karşıya olduğu bütün sorunları savaş ortamında köklü bir şekilde çözmek. Bu da ulusal kurtuluş dedikleri Anatolya ve Kürdistan’da etnik arındırma, soykırım yaparak Türk-islam homojenliği sağlamak. Ermeni, Kürd, Rum soykırımlarını yapmak. Büyük Türkistan hedefini gerçekleştirmekti.  Dikkat edilirse Osmanlı Balkanlarda kaybettiği toprakları kazanmak için saldırmıyor. İran’a ve Rusya’ya saldırıyor. Doğu cephesinde, savaş şiddetlendikçe Ermeni soykırımı ve peşinden Kürd soykırımı aynı şekilde şiddetlenir.  Enver Paşa Kürd olduğunu bildiği askerleri ölüme gönderiyor ve bunu “zafer” ilan ediyor. Bütün bunları barış ortamında yapamazdı.

Ermeni Soykırımı

Savaş nedeniyle Ermenilerin geleceği konusunda kaygılar gün be gün artar. Krikor zohrab,  günlüğünün 4/17 Ağustos 1914 tarihli  bölümüne şu çok çarpıcı gözlemini yazar “ Patrikhanede kimseler yok. Muhtelif  ikincil siyasal partiler kayda değer bir varlıktan mahrumlar. Sadece Taşnaksutyun var ayakta duran, o da gücünden çok umutlarıyla”. (27) Krikor Zohrab siyasal gelişmeleri en yakından izleyen temsilcilerden biridir. Taşnak, Jöntürk ilişkileri sonucu Patrikhaneyi denetimi altına almıştı. Diğer Ermeni partileri ise  tasfiye noktasına gelmişti. Soykırımın önemli bir paradoksu Taşnak yöneticileri ile İttihat yöneticileri arasında süren kişisel dostluklardı. İncelenmeye değecek kadar ilginçtir.

 Ermeniler savaşa ilişkin tavrını belirlemek için toplantı yaparlar. İstanbul’da toplanan Milli Ermeni Kongresi Ermeni Kiliseler temsilcisi Rahip Kapriel Cevahirciyan Osmanlı İktidarını destekleyeceğini açıklar.  2-4 Ağustos 1914 yılında  Erzurumda Taşnaksutyun’un 8. Kongresi olur ve savaştaki tutumunu Ermeni ulusu adına belirleyen bir tutum içindeler. Farklı görüşler vardır, tartışılır. İttahat ve Terakki’den Ömer Naci Bey’le Bahaeddin Şakir yanlarında yerel İttihatçı şeflerden Hilmi beyle birlikte Kongreyi ziyaret ederler ve Ermenilerin tavrını öğrenmek isterler.  Ermeniler, Osmanlının savaşa girmesinden yana değildir. Ama ittihatçılar savaş kararı alınmış gibi konuşurlar. Genelde, Osmanlı toprak bütünlüğünü ve Anayasal rejimi savunmak biçiminde ifadeler kullanmaları ittihatçıları memnun eder. Ama savaşın kritik anında tavır değiştirip Rusyaya karşı çıkmalarını ve Kafkasya’da isyan başlatmalarını isterler. Yeni bir ittifak yapmayı önerirler.  İttihadçılar  eğer Kafkas cephesinde Ermeniler Osmanlı kuvvetlerine  yardımcı olursa, Ermenilere özerklik sözü verirler. Ama artık Ermeniler bu vaadlere kanmazlar. Osmanlıdan yana tavır almaz.  “Tarafsız kalmayı” kararlaştırır. Bahaeddin Şakirin tutumu sert olur, bunun ihanet olduğunu söyler. Taşnak üyeleri Osmanlı genelinde takibe alınır.

Peşinden Ermeni yetişkin erkeklerin hepsi askere alınır. Maksat katliamda savunacak kimse kalmasın. Sonra soykırım başlamadan önce bunların elinden silah alınarak amele taburlarına dönüştürülür. Katliam başladığında bunlar da yokedilir. Diğer taraftan gereken hazırlıklar yapılmış düğmeye basılır. Ermeni tehciri Şubat 1915’te Kilikyada başladı.  Zeytun bölgesinde asker kaçakları bahane gösterilir. Burada durum açıktır büyük askeri kuvvetlerle Zeytunlular bastırılır, nüfus Konyaya doğru tehcire çıkarılır. Hemen anında Antep’te olan Balkanlar ve Kafkaslardan gelen göçmenler Zeytun’a  yerleştirilir, Zeytun’un ismi Süleymanlı olarak değiştirilir. Peşinden Van’a el atılır ama Van’da direniş başlar. Osmanlı Ordusunun Rusya karşısında yenilgisi bahane edilerek 24 Nisan 1915’te İstanbul’da bir gecede  240 aydın tutuklanır. İki gün içinde bu rakam  2.345’e yükselir. Amaç İstanbul’un merkez rolü oynamasıdır. 31 Mayıs 1915 te kanun çıkarılır. Tehcir yasalaştırılır. Böylece Peşinden bütün ülke çapında Talat Paşanın Emri ile Ermeniler Dehr-i Zor’a tehcire çıkarılır. Akla ve hayala gelmeyecek vahşi yöntemlerle yol boyunca kırım başlar. Talat Paşa’nın defterinde 924.158  Ermeni tehcir edilmiştir. Irak ve Suriyeye yaklaşık 500.000 kişi ulaşmıştır. Müttefik kuvvetler geldiğinde 200.000 kişi kalmıştır. Yani orada da 300.000e yakın Ermeni öldürülmüştür. Toplam’da 1.300.000 -1.500.000 civarı Ermeni vardır. Yokedilen Ermeni sayısı, Türk tarihçileri bütün 1. Dünya savaşı boyunca öldürülen Ermeni sayısını 300.000 verirken, diğer kaynaklar 600 bin ile 800 bin arasıdır.  

Katliamlar Karşısında Kürdlerin Tavrı

Önce şu belirlemeyi yapalım. Ermeni soykırımı ve peşinden gelen Kürd soykırımı karşısında iki halk da gafil avlandı bunu beklemiyordu. Dolayısıyla bu planı boşa çıkaracak hazırlığa da sahip değillerdi. Osmanlı Türk yöneticilerin en çok korktuğu ise bir Kürd Ermeni birliği idi. Böyle bir birlik soykırımı boşa çıkarabilir ve Osmanlıya kaybettirirdi.  Osmanlı birliğin  ihtimalini bile ortadan kaldırdı ve oluşmaması için çok özel çaba sarfetti. Osmanlı Türk yöneticileri bir kaç adım önde her şeyi önceden planlamıştı ve planı savaşın gölgesinde adım adım uyguladı. Kürd halkı örgütsüzdü. Ermeniler daha örgütlü idi, bir planı vardı ama düşmandan böyle pervasız ve vahşice bir saldırı beklemiyordu.  Gelinen uygarlık aşamasında dünyadaki büyük güçlerin böyle bir soykırıma izin vermeyeceğini düşünmüşlerdi. Ama yönetici Türkler bunu savaş ortamında uygulamaya soktular.

Ermeni kırımları karşısında Kürdlerin durumunu açığa çıkarmak en başta Kürd aydınlarının, yurtseverlerinin görevidir. Bütün siyasi ve ideolojik kaygıların dışında bunun tarihsel bir önemi vardır. Kürdler üzerinde oluşturulan siyasi maksatlı hesapları ve popüler önyargıları kırmak gerekir.

Abdülhamid döneminden son İttihadçı döneme kadar suçu Kürdlere yıkmak, bütünüyle Kürdlerin “geriliği” ve “dinsel bağnazlığına” bağlamak iddiası, doğru bir perspektive oturtulmamış, boş ve Türk soykırımcılarını aklayan iddialardır.

Kürdler binlerce yıldır Asuri ve Ermenilerle birlikte yanyana iç içe yaşamışlardır. Ne kanlı bir trajedi ne de jenosid görüldü. Binbaşı K. Manson Londra’da Kraliyet Coğrafya Derneğinde verdiği Konferans’ta Kürdlerin sorumluluğu konusunda, Kürdistan’da Hıristiyanların yüzlerce yıldır bir mutluluk içinde yaşadığına işaret eder, der.  V. Gordlevski “ Müslüman Kürtler ile Hıristiyan Ermeniler arasında din farklılığının hiç bir rolü yoktur” der. Olayın tarihsel mantıksal boyutu ile izahı yoktur.

Ermeni soykırımının siyasi amaçlarını, karar mekanizmasını ve nasıl organize edildiğini yukarıda özet şeklinde açıkladık. Osmanlı devletinin ordusu, milis güçleri, istihbarat teşkilatı ve camilerde okunan hutbelerle devlet hiyerarşisi, emir komuta zinciri içinde olayları nasıl organize ettiği açıkça ortadadır. Devlet görevlisi devlet aygıtının bir parçasıdır. Eylem devletin eylemidir. Askerler, zabıtalar, milis güçleri, Hamidiye Alayları devletin adamı olarak değerlendirmek gerekir. Devletin emir ve komutasında bireysel bazda bazı Kürdleri  katması sonucu değiştirmez. Bunun toplamı Osmanlı-Türk yönetiminin faaliyetidir. Sonuç olarak Kürdler Ermeni kırımından sorumlu tutulamaz.

Ermeni soykırımı karşısında Kürd  yurtsever aydınları tavır aldı.  Kürdleri binlerce yıldır birlikte yaşadığı Ermeni kardeşlerinin katliamına katılmaması için uyardı. Türk barbarlarının yaptığı katliama ortak olmamasını istedi. Kürdistan gazetesinin yayın yönetmeni Abdurrahman Bedirxan’ın onurlu davranışı örnektir. Köhne Osmanlı yönetimine karşı Kürd muhaliflerinin tek sesi Kürdistan gazetesi çok sayıda makale yayımladı. Osmanlının “böl-yönet” , halkları birbirine düşmanlaştıran politikalarına karşı çıktı. Kürdlerin yardımsever ve misafir perver olduğunu, Ermeni komşularını kollaması koruması gerektiğini, dini inançlarına hitap ederek islamiyette katliamın günah olduğunu, Şeyh Ubeydullah’ın tavrını hatırlatıyordu. Katliama katılanları tek tek kınıyor isimlerini veriyordu. “Kürtler şimdiye kadar kimseyi incitmediniz, Devlet makamları sizi kandırıyor, sizin ve atalarınızın adına leke sürüyorlar.” Diye uyarı yazıları yayımlıyorlardı. Keza Şerif Paşa Meşrutiyet gazetesinde, İttihatçılar’ın milliyetçi politikasını, özellikle de Ermeni katliamına ilişkin yönlerini mahkum ediyordu.

Türklerin hakimiyetinin kısmen dışında kalan veya Kürd hakimiyetinin zayıf olduğu Kürdistan’ın Güney bölgeleri Ermeni kırımına katılmadılar. Katliamda da çok sayıda Ermeniyi kurtardılar.

Sasun’da Ermenice konuşan Kürt Şeho bölgenin Ermenilerini, diğer aşiretlerin yanına sığınmış 12 bin Ermeniyi kurtarabilmişlerdi.

Yezidi Kürtler ellerinden gelen her türlü yardımı yaparak Ermenilere destek çıktılar. Yüzlerce Ermeniyi barındırdılar.

. 1915 yılındaki soykırımda “Her kim ki Ermeni bir erkek, kadın ya da çocuğu evinde saklamaya cüret ederse bir Ermeni gibi muamele görecek ve bunların kendi evinde yakalanması durumunda kellesini kaybedecektir” ifadelerini kullanan hükümet duyuruları bir çok yerde dağıtıltı. Kürdleri,  Ermenileri öldürmeye zorluyorlardı.

 Abdulaziz Yemluki, yetkililerin başka yörelerden getirdikleri mahkumlara Kürt Elbiseleri giydirerek kıyıma katılmak üzere gruplar halinde Erzuruma ve Diyarbekire gönderdiğini belirtir. (28)  İlk katliamda da Askerlere Kürt Elbiseleri giydirmişlerdi.

İçinde bulunduğu gerilikten ve ağır ekonomik koşullardan cahil ve yoksul Kürtlerin bir kısmı devletin teşviki ile yağmaya talana katıldılar.  Ama devlet bununla yetinmedi. “Onlara(yani Kürtlere) Ermenileri yoketme emrini verdik, ama onlar öldürme yerine yağmaya daha hevesliydi” (29)  Padişah’ın ve hükümetin emirlerini uygulayarak yalnızca bir ödevi yerine getirdiklerini sanan kandırılmış Kürdler de vardı.

Rus birlikleri Kürdistan’da ulaştığı her yerde Kürtler arasında Ermeni sığıntılara rastladılar. Hatso köyündeki Ermeniler Kürtlerin kendileri açlık çekmelerine rağmen ekmeklerini kendileriyle paylaştıklarını söylerler.

Garo Sasoni şöyle der: “ Ben şahsen bu konuyla ilgili olarak şu gerçeği kendim saptadım. Birçok Kürt aşiret reisleri ,1915-1917 senelerinde Ermenileri kendi muhafazaları altına alıp, onlara Kürt elbiseleri giydirerek saklamış olduklarından, sonradan Osmanlı idarecileri tarafından cezalandırılmışlardır.” (30)  

Ayrıca Kürdler ve Ermeniler arasında işbirliği ve uzlaşmayı savunan, Ermenilere yardım eden Kürdler anında tutuklanıyor, bilinmiyen bir akibete uğruyordu.

Garo Sasuni’nin hayrete düştüğü konulardan biri, Reaya Kürtlerin, aşiretlerden daha kötü rol oynadığıdır. Osmanlılar bunları görevlendirip kötü kullanmışlar. Bazıları aşiretlerin yanına sığınan Ermenileri de ihbar etmiştir.

Bununla birlikte Kürdler felaketin mağdurlarına bir çok yerde ellerini uzattılar. Gordlevski bu konuda şöyle bir yorum yapmaktadır. “Ermeniler’in her yerde dara düştüklerinde onları Türklerin elinden kurtaracak Kürt dostları vardı. 19.yüzyıl sonlarındaki Ermeni katliamlarında durum böyleydi. Aynı şey şimdi ( 1. Dünya savaşı) içinde geçerlidir. Ermeniler’i kurtarmış Kürtleri birçok vesileyle tanıma olanağını buldum”(31)

Şimdi bir çok örnek verelim. Hamidiye Alaylarının oluşumunda rol oynayan sözde Abdulhamid’e bağlılığıyla tanınan İbrahim Paşaye Milli 10.000 kadar Ermeniyi kurtarmayı başardı. 1894 yılında Urfada 2500 kadın ve çocuğun sığındığı kiliseyi ateşe verdiler. Mustafa Recep Ağa, Heyder ve Xelil Receb’in yardımlarıyla 50 Ermeni kurtarılabildi. Mertliği ve yiğitliğiyle tanınan Mahmutzade Beytullah Bey Muksi, yörenin bütün ahalisini ölümden kurtardı. Yanına 400 adamını topladı . Hamidiye Alayları askerlerini kovaladı. 1895’te Ermenilere yardımda kullanılmak için 300 altın bağışladı.

Bir çok yörede Ermenilerin kaçıp saklanmasına yardımcı oldular. Bazı yerlerde kıyıma karşı silaha sarıldılar Dersim Kürdleri bu konuda örnektir, 36 bin Ermeniyi kurtardıklarını Nuri Dersimi Hatıratım’da belirtir. Katliamın ileri safhalarında Mıstafa Vefa adlı bir Kürt Subayı komutasındaki kuvvetlerle birlikte Rusların safına geçer.

1.Dünya savaşı bittikten sonra çok sayıda Ermeni çocuğun Kürt aileleri yanında saklandığı ortaya çıktı. (30) Binbaşı Noel anılarında, Sinemilli Aşiretinin 60 Ermeniyi barındırdığını anlatır. Mondros Mütarekesinden sonra Kürt heyetleri İngiliz yetkililere başvurarak yanındaki Ermenileri teslim etmek istediklerini bildirdiler .

“Çoğu kadın ve çocuk olmak üzere köylerimizde 650 Ermeni bulunuyor. Yakın komşularımızın yanında da 3.800’den fazla kişi var. Dört yıl boyunca hayatta kalmalarını sağladığımız için, onlara verdiğimiz ekmeğin boşa gitmesini istemiyoruz. Ayrıca bizden biraz  uzaktaki dost aşiretlerin çadırlarında temas kuramadığımız 6.800 daha Ermeni bulunduğunu biliyoruz.”  (33)

Kürd Soykırımı

Kürd soykırımı şu üç aşamadan geçti:

1.19 yy boyunca Kürd Mirliklerin ortadan kaldırılması süreci

2. a) Osmanlıların planlı soykırımı, 1916-1918 Ermeni soykırımından sonra sürgünlerle başladı. 1. Dünya savaşının bitimi ile son buldu.

b) Rusya’nın Kürdistana girişiyle Rus kuvvetleriyle birlikte gelen Ermeni gönüllü birliklerinin yaptığı kırım.

3. Türk sömürgecilerinin son kırımı 1919 Koçgiri isyanıyla başladı, Şeyh Sait, Ağrı ve en son Dersim 1938’ e kadar sürdü.

1915’in sonlarına doğru Ermeni katliamı bitiyordu. Kürdler geçmiş deneylerden hareketle korkunç Türk tehlikesinin şimdi de kendilerine yöneleceğini sezdiler.  Askeri komutanların dediği, Zo’lar bitmişti, sıra Lo’lara gelmişti. Osmanlı hilekarlığını bilen aşiretler durumu hissediyorlardı.

Fakat o dönemde Kürdlerde ne durumu analiz edecek yönetici bir kesim ne de güçlü bir Kürd örgütü vardı. Kürdler başsız bir gövde, lidersiz bir yığındı. Aşiretler arası ilişkiler kesilmiş, Kürd kuvvetleri değişik harp cephelerinde bulunuyor.  Kürd aydınları ve subayları Türklerin idari ve askeri  kontrolü altında..  Zaten örgütlü, güçlü bir Kürd gücü ve beyin takımı olsaydı, Ermeni soykırımında güçlü bir tavır geliştirir, 1.  Dünya savaşını Osmanlıya karşı bir ulusal kurtuluş savaşına çevirirdi. Her kürd kendi bölgesine çekilmiş birbirinden kopuk, savaşın getirdiği ağır ekonomik zorluklarla, açlıkla boğuşurken, savaşın karanlık ortamında hilekar Türk, kılıcını işliyordu. 1916 yılında Kürd soykırımı başladı. Ermenilerin kırımından devlet yöneticileri büyük tecrübe edinmişti. Gerekçeler ve tarz farklıydı. Ama çaresiz ve bilinçsiz Kürt halk kitleleri bir soykırım altında olduğunu bile bilmiyordu.

İttihatçılar savaş başlamadan önce Ermeni ve Kürd soykırımı düşüncesine sahip oldukları ve planladıkları açıktır. Savaş etnisite mühendisliği için uygun ortamı sağlar. Şifreli telgraflarla merkezden yönlendirilir. IAMM(Iskan-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti) 14 Mart 1916’da AMMU (Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi) olarak yeniden organize edilir. AMMU’nun bir amacı da “aşiretlerin medenileştirilmesidir”. Kürdleri asimile politikası Abdulhamid’e dayanır. Hamidiye Alayları ve Aşiret Mekteplerinin kuruluşu Hamit Bozarslanın deyimiyle “ temelde aşiret yapısına dayalı Kürt toplumunun bünyesinde devlet ve dinin muhataplarını yaratmaktır.”  İttihatçı Türkçüler kırımla birlikte bu politikayı sürdürür. Ziya Gökalp bunu bir proje haline getirir ve yürütürler. “Gökalp’ın etkisiyle, Cemiyet’in 1913 Kongresi aşiret bölgelerinin idaresi, aşiretlerin iskanı gibi konularda çeşitli kararlar alır”(34)

1916’da Ruslar birçok vilayeti alır. Gelen göç dalgası Sivas  bölgesinde birikir. Ama İttihatçılar Kürdleri Türk bölgelerine serpiştirirler. Daha önce,Talat Paşa, Konya, Kastamonu, Ankara, Sivas, Adana, Aydın ve Trabzon, Kayseri, Canik, Eskişehir, Karahisar, Niğde’de yaşayan Kürdler hakkında rapor istemiş, Kürdlerin sayıları, aşiret yapılarını koruyup korumadıkları, ana dilleriyle konuşup konuşmadıkları vs. konularında bilgi toplamıştır. Kürdlerin nüfusu bu bölgelere %5i geçmeyecek şekilde serpiştirilmiştir. Kürd toplumunun toplumsal dokusunu bozacak şekilde aileler birbirinden koparılarak dağıtılmıştır. Az sayıda gelen Türk mülteciler ise Kürdistan bölgesine dağıtılmıştır. Bunlar Ermenilerden kalan mülkler üzerine yerleştirilmiştir. Ayrı kayıtlar tutulur. Kürdler “sicili esas”a, Türkler ise “misafir defterine” kaydedilir. Maksat Kürdleri bir daha eski topraklarına geri dönüşe izin vermemektir.

Osmanlı eski soykırım tecrübelerinden ders çıkararak sonuç alması açısından Ermenilerde olduğu gibi yine insanları yerinden etme (Tehcir, sürgün) vardı.  Geçmiş deneylerde her ne kadar kırım yapsa da tümden yokedemiyordu. Kürdlerin yaşadığı topraklar onların yaşam alanıydı. Onun her yönüyle tanıyor ve bu yaşam alanı üzerinde yeniden boy veriyordu. Tehcir çok farklı sonuçlar doğuruyordu. Tümden bir yokoluş süreciydi. Savaş bahanesiyle eksi 20 -30 derecede Kürdler yerinden ediliyor nüfusu hiç bir yerde çoğunluğu oluşturmayacak şekilde iç Anadoluya doğru yola çıkarılıyordu. Emirler kesindi, gittiği yerlerde ve yolboyunca Kürdlere yardım edilmeyecekti ve yol boyunca askeri saldırılarla imha edilecekti. Yollarda açlıktan, soğuktan ve hastalıktan kırılacaktı. Yaşlı, genç, kadın,çocuk tümden kırılacaktı. Türkler böylece çoğunluk oluşturacak bir ulus ve ülke yaratılacak ve Turancılık önünde engel oluşturan asıl büyük ulus Kürtler ortadan kaldırılacaktı. Kalanlar da asimile edilecekti.

Soykırımın siyasi bir amacı vardı ve önceden planlıydı. Ruslar daha Osmanlı toprağına girmeden Talat Paşa yerel yöneticilere yazdığı telgraflarla Kürd sürgünlerinin yerleştirilmeleri için gereken hazırlıkların yapılmasını istemişti.

“Sürgün” ve “mecburi iskan” uygulamaları, “mülteci” ve “savaştan kaçanlar” diye adlandırılıyordu. Van, Bitlis ve Erzurum’da nüfusun büyük çoğunluğunu Kürdler oluşturuyordu. Rusların saldırı bahanesiyle 1916 baharından itibaren Kürd sürgünü başladı.

“Kürt mültecilerin sayısını belirlemek için ise, öncelikle Rusya’nın işgal ettiği bölgelerin savaş öncesi 2,3 milyon Müslüman nüfus barındırdığı hatırlatılmalıdır. Ekim 1916’da 659.100 olarak hesaplanan toplam mülteci sayısı, Ekim 1916’da702.900, Aralık 1916’da 1.077.155 ve Mart 1918’de 1,5 olarak zikredilir. Savaş sonrası AMMU, resmi kayıtlara geçen yardım edilen mülteci sayısını ise 902.865 olarak açıklar. Ancak, tüm bu iltica, sevkiyat ve iskan sırasında gerçekleşen insan kayıpları konusunda bir rakam verilmez. Sadece Cemal Paşa’nın oldukça abarıtılı iddiası vardır ki, kendisine göre “Kürt ve Türklerin kaybı 1 milyonu aşmıştır.” (35)   Talat Paşa’nın defterine göre toplam sayı 702.905 tir.

Ermeni örgütleri beklenilen reformlar dolayısıyla bir örgütlülüğe, siyasete ve plana sahipti. Kürdler ise Türk yönetiminden nefret etmelerine rağmen, bazı istisnalar hariç yönetimin dayattığı bütün kurallara uymak zorunda kaldılar. Kürd gençleri cephelere sürülerek imha edildi. Enver Paşa Sarıkamış başarısızlığını şöyle anlatıyordu:

“Sarıkamış çarpışmasında dıştan bakarsak yenildik sayılır, fakat gerçekten muzafferiz. Çünkü, Sarıkamış ormanlarından Erzurum’a kadar uzanan yollar üzerinde onbinlerce Kürt gençlerinin cesetlerini bıraktık”( 36)  

Ermeni kırımından sonra şimdi de Kürdleri yoketme yoluyla Kürd sorununu çözmeye yöneldiler. Kürdlerin bölgeden sürülmesinin bir amacı da Ruslarla veya Ermenilerle biraraya gelmelerini engellemekti. Tavır değiştirme ihtimalini ortadan kaldırmaktı.

Ermenilerin Yaptığı Kürd Kırımı

Kürdlerin kırımı Türk yönetiminin planlı girişimleriyle sınırlı kalmadı. Ermenilerin Kürdistanı Kürdsüzleştirme planı da devreye girdi. Rus Osdusunun bölgeyi işgal etmesiyle azınlıkta olan Türkler Türk ordusu ile geri çekildi. Kürdlerin ise bir kısmı “Türk planı” dahilinde geri çekilirken bir kısmı tarafsızlıkları nedeniyle  Kürdistan’ın dağlık alanlarına çekildi. Ermeni Gönüllü Birlikleri Rus kazakların desteğinde kinle Kürdleri kırmaya giriştiler. Bir kısmı bu kırımları Ermenilerin intikam almalarına bağlarken aslında mesele bundan ibaret değildi. Çünkü o sınır bölgelerde Ermenilere yönelik kürdlerin katıldığı bir kırım olmadı. Ermeniler cephe gerisindeki Kürdleri kırdılar. Bununla Türklerin yaptığına benzer  Kürdistanı Ermenistan yapmak istiyorlardı. Birkaç yıl içinde Kürdlerin bir kısmı dağlarda açlıktan, soğuktan öldüler. Yer yer direnseler de Ermeniler Rus ordusu desteğinde güçlü silahlara sahipti.  Mesela Aladağ ve Abağa Kürdlerinin 40 köyü harap edildi bütün insanlar imha edildi. Kalanlar Zilan vadisine sığındılar, üç yıllık işgal döneminde çoğu dağlarda açlıktan eridiler. Rus kuvvetleri çekilince Ermeniler bölgeyi savunmaya çalıştı ama Türk ordusu karşısında tekrar çekilince Kürdler bölgede kalan Kürdlerin varolduğunu düşünüyorlardı. Garo Sasoni “500.000 Kürtten ancak 100.000 kaldığını” yazar.(37) Taşnak yöneticisi Garo Sasuni de bölgede olduğunu söylüyor. Yani onun verdiği rakama göre 400.000 Kürd Ermeniler tarafından kırılmıştır. İntikam diyerek buna haklılık gerekçesi kazandırmaya çalışsa da Ermeni idarecilerin bu kırımı Kürd toplumunun hafızasında derin izler bırakmıştır.

Ermeni katliamı boyutunda olmasa bile Ruslarla birlikte gelen Ermeni gönüllülerce bir Kürd katliamı olduğunu batılıların bildiğine işaret eden Binbaşı  Noel gördüklerini şöyle anlatır: “Bu kış Revanduz’u ziyaretimde gördüm ki bu kent tamamen imha edilmiş. Ancak bu, Ruslar tarafından değil, onlarla birlikte gelen Nesrani(Ermeni) askerler tarafından gerçekleştirilmiş.

Belek aşiretinin çok güzel yüz köyünden iki üç tanesinin dışında tümü yıkılmıştır. Bradost bölgesinin Rewandok yöresine dek otuz köyden ne bir kadın ne bir çocuk ve ne de bir erkek kurtulmuştur, tümü öldürülmüştür.” (Noel,s.161) Buralar Ermeni katliamına bulaşmamış bölgelerdi.

Rusya’nın işgali Türk yönetimi için bulunmaz fırsatları sunmuştu. Kürdlere soykırım planını devreye sokarken, Rusya’nın desteğinde Ermeni gönüllü birliklerinin saldırıları Kürdlerle Ermeniler arasında tam bir kırım savaşına döndü. Osmanlı ordusunda yarbay rütbesiyle görev yapan Venezüella vatandaşı Rafael Nagoles anılarında şöyle anlatır: “ Kürdler Ermeni erkeklerini öldürüyordu. Ermeni komitacılar ise ayırım yapmadan Kürt erkek, kadın ve çocuklarını öldürüyordu.” (38)

Sınırlı sayıda kalan Kürd aydınları Kürd ve Ermeni ulusları arasında kin, husumet ve düşmanlık geliştirmesin diye Ermeni güçlerinin Kürdlere yönelik saldırılarını kırımlarını yazmadıklarına işaret eden Nuri Dersimi, Ermenilerden aynı tutumu görmediklerini Hatıratım kitabında belirtir. Ve bazı olayları anlatmak zorunda kaldığını hisseder. 1914 ile 1919 arasında 1,5 milyon insanın öldürüldüğünü,  bu zararın çoğunun Ermeniler tarafından bilfiil işlenen cinayetler olduğunu ifade eder.(Hatıratım)

Nuri Dersimi’nin Hatıratım’da hatırlattığı bazı olaylar:

Ermeni Taşnak üyesi Rafi Kürdler hakkında olumsuz progandalar içeren kitap yayınlamıştır. Ermeni basını sürekli Kürdleri karalayan yayınlar yapar.

Ermeniler, Kürd Mazrik aşiretine ait Sason Xanasor bölgesinde 25 Temmuz 1897de sabaha karşı ani bir baskınla 800 çadırdan oluşan bütün varlığını, çocuk, kadın hepsini ortadan kaldırırlar. Bunu da her yıl kahramanlık günü olarak anarlar. Aravil gazetesi 1952’de 4. sayfasında yer verir.

Bitlis’in Reşadiye müdürlüğüne bağlı Karçikan bölgesinde 20 Kürd köyü Kazaklara öncülük eden Ermeni birlikleri tarafından yakılmış, 30 erkek ve 1 kadın kılıçlarla doğranmış, 5 kişini vücudundaki çeşitli organları kesilmiştir.

Bitlis’e bağlı Kisan vadisine sığınan 100 Kürd ailesi Ermeni birlikler tarafından kadın,çocuk ayrımı gözetmeksizin imha edilmiştir.

1915’te Ruslar Pasini işgal edince Muş, Gumgum(Varto), Gexi (Kiğı), Palu bölgelerinde Ermeniler sürekli baskınlarla çok sayıda sivil Kürd öldürdüler.

2 Mart 1918 gecesi Ermeniler Hınıs’ın Mirsit köyü Hesenaxa kabilesini basmış, oradaki bütün Kürdleri imha etmiştir. Yine o günlerde Karaköy nahiyesinde Lolan Kürdlerinden Kadın, çoluk, cocuk 1500 kişiyi evlere doldurarak yakmış ve yoketmiştir. Seyyit Rıza  Erzincan Kürdlerini kurtarmaya gitmiş, oradan Erzuruma gitmiş 27 Şubat 1918’de binlerce Kürdü Erzurum’da yaktıklarını ağlayarak anlatır. Kestikleri Kürdlerin derilerinden kendilerine cep yapmak, kadın ve çocukları vahşice öldürmek Ermeni savaşçıların vahşetleri arasındadır.

 Ruslar bölgeden çekilince tutunamayacağını anlayan Ermeni idarecileri Kürdlerle diyaloğa geçer. Nuri Dersimi Kürdistan  Tarihinde Dersim kitabında iki kez Kürd heyetinin Ermeni temsilcileriyle görüşme yaptığını yazar. Birisine Ali Şer’in kendisi katılmıştır. Uzlaşmak isterler ama Ermeni yöneticilerle anlaşmak mümkün olmaz. Çünkü denizden denize ve 6 Vilayette egemenlik isterler. İki heyet de bu talepleri kabul etmez.

Garo Sasuni kendisinin de olduğu, Tekman, Bingöl, Şusar ve  Varto’daki  Kürd liderlerini ve delegelerini 40 kişi kadar Ermeni toplantısına davet eder. Toplantı 24 saat sürer. Savaşın nedenlerini, olayları açıklarlar, Kürd Ermeni işbirliği üzerinde dururlar. Kürdlerin bir kısmı söz verir ama tereddütlüler. Kürdlerin güveni tamamen yıkılmıştır. Türklere de kin duyuyorlar ama dayanacakları kimse yoktur.

Sonuç

Türk yönetiminin Ermeni ve Kürdlere yaptığı soykırım boyutuyla tarihin bir dönemini irdelemeye çalıştık. Türk yönetimi iki ulusu “böl –yönet” politikasıyla birbirine karşı kullandı ve sonunda bu iki ulusu yoketme amacıyla ulusal meseleyi çözmeye çalıştı. Birinci dünya savaşının gölgesinde Ermeni meselesini bu topraklarda yokederek “çözdü”. Kürdlerin soykırım süreci devam ediyor. Kürdlerin bir önceki nesli yaşadıklarını yeni nesile aktaramadı. Sayıca az aydını olan Kürdler bütün olayları kaydederek yazıya dökmedi. Sömürgeci Türk devletinin 1919-1938 yılları arasında yaptığı kırımlarla sadece Kürdlerin bedenlerini toprağa gömmedi, Kürdleri yoketmek maksadıyla tarihten gelen, toplumsal hafızasını da yoketti. Sonuçta Kürdler tarihi belleğini yitirdi.

Ermenilerin aydın bir tabakası vardı. Ermeni örgütleri sürekliliğini korudu. Ermeni devleti de kurulunca Ermenilerin  hafızasını canlı tuttu. Ermeni aydınları olayları kaydettiler ve gelecek nesile aktardılar. Biz Kürdlerin hafızası kısmi dengbejlerin stranlarında ya da sürgünde ölen bir kaç aydının hatıralarında kısmen yansıdı. Başsız bir kütle, belleğini yitiren bir toplumla karşı karşıyayız.

Kürd aydın ve politik çevrelerinde sadece Ermeni jenosidi konusunda değil, genel olarak ortak bir ulusal tarih bilincine sahip olmadıkları görülüyor. Mazlum bir halkı götürüp “kardeşlik hikayesi” ile Türklerin kanlı tarihine “ortak” ederler.  Bütün Kürdlerin kuşkusuz aynı düşünmesini beklemiyoruz. Her farklı sınıfın, tabakanın veya ideolojik ve siyasi çevrenin farklı duruş sergilemesi düşünmesi işin doğası gereğidir. Ama sorun farklı ideolojik ve politik çevrelerin tutumundan kaynaklanmıyor. Eğer toplumun ortak hakları, duygu ve düşünceleri ortak bir noktada kesişirse bu ulusal tavır olarak kendini gösterir. Kuzey Kürdlerin devleti, okulları, eğitim kurumları, üniversiteleri olmadığından ortak bir tarih ve ulus bilincine de sahip değiller. Bu da ister istemez aydın kesimlerinde “yaralı bilinç”, yanlış bilinç düzeyi getirmektedir. Yani egemen Türk sömürgecilerinin ideolojik hegemonyası sözkonusudur. Sömürgecilik varolduğu sürece Kürdler üzerinde bu ideolojik ve siyasi hegemonya sürecektir. Mesela İslamiyetle ya Arap veya Türk ideolojik ve politik görüşlerinin esiri olmuşlardır. Türk yönetimi, Çanakkalede haksız bir savaş olan 1. Dünya savaşını yürütmüştür. O dönem Osmanlı topraklarındaki herkes gibi Kürdleri de kullanmıştır. Ama bilinçsiz Kürd, bir amentü gibi ezberletilen,  Malazgirtten girer, çanakkaleden çıkar, kendini “yalandan kurgulu” “Türklerin kanlı tarihine” ortak eder. Onların okullarda ve medya kuruluşlarında anlattığı “hamaset” nutuklarına, masallara kanmıştır. Onunla “gurur” duyar. Böylece “efendisi”nin daha çok hoşuna gideceğini düşünen uşak gibidir. Halbuki o tarih aynı zamanda boynuna geçirilen sömürgeci boyunduruğunun tarihidir.  Ermeni, Yunan vb. konularında da aynı tutumu görürüz. Aydın, demokrat, sosyalist geçinen birileri de bunu Kürdlerin “ulusal iradesi” diye pazara sürer.

Başta soykırımın mimarı ve uygulayıcısı İttihat ve Teraki, Teşkilatı Mahsusa  ve burada Talat Paşa, Bahaddin Şakir’in baş rolü açıktır. Karar mekanizması Osmanlı devletidir. Hangi şahısların bu kararın altında imzası olduğu ve olayın nasıl planlı bir şekilde hayata geçirildiği açıkça ortadadır. Bunun saklısı gizlisi yoktur. Uygulama bizzat Osmanlının ordusu ve devletin örgütlediği  ve cezalarını bağışlamaları karşılığında cezaevlerindeki mahkumları eğittiği serseri takım, yarı-sivil milis güçleri ve yan kuruluşlarıdır. Kürdlerin kararda, planda ve uygulamada söz sahibi değil. Peki neden Kürdler hep sözkonusudur edilmektedir.

Soykırım bir devlet veya örgüt eliyle bir amaç uğruna planlı bir girişimdir. Bir yerde iç savaş çıkabilir. Kanlı çatışmalar ya da katliamlar yaşanabilir. Bu bir toplum içinde sınıf ve iktidar savaşları olduğu gibi toplumlararası , halklar, uluslar, etnisiteler arası savaşlar da olabilir.  Bunlara peşinen jenosid demiyoruz. Bunlar etnik çatışmalardır. Birisinden az birisinden fazla insan ölebilir. Bu sonucu değiştirmez. Eğer Ermeni kırımı, Kürd Ermeni çatışması şeklinde gösterilirse o zaman “soykırım” (39) olmamıştır,  sonucuyla karşılaşırız. Ermenilerin ortak görüşü de bu değildir. Türkler daha soykırım içerisinde bunu böyle yansıtmaya çalışıyorlar. Piyer Lotiye para teklif ederek bu “soykırım “uygar” Türklerin değil “vahşi” Kürdlerin işidir” diye yazı yazdırmaya çalışıyorlar.  

19. yüzyıl boyunca Osmanlı kısmi ya da yarı otonom diyeceğimiz Kürd beyliklerini tasfiye etti. Kürd toplumunun hiyerarşik yapısını ve toplumsal dokusunu bozdu.  Kürd toplumu tarihinde  en büyük erozyonu 19. yüzyılda yaşadı. Kürd toplumu başsız bir gövde, örgütsüz ve dağınıktı. Osmanlı islamiyeti kullanarak Kürdleri tamamen kendi toplumlarının bir parçası haline getirmek amacında idi. Modern anlamda toplumu organize eden ve egemen olan bir Kürd organizasyonu da mevcut değildi. Bir avuç Kürd aydınının çabasıyla örgüt oluşturma ve mayalanma aşamasında idi. Osmanlı devleti Kürdler üzerinde sömürgeci hakimiyeti kurdu.

Kürdler ulusal bağımsızlıklarını elde etmek için Babanlardan başlayan 19. Ve 20. Yüzyıl boyunca ayaklandılar. Dünya güçleri Osmanlıdaki diğer bütün ulusal hareketlere destek verdi ve destek sayesinde o uluslar bağımsızlığını kazandılar. Uluslararasında diploması “masasına” taşındılar  ve kurulan sofrada paylarını aldılar. Kürdler Şerif Paşa’nın diplomasi girişiminin dışında muhatap bile alınmadı. Keza Ermenilerin de en büyük dayanağı dünya güçlerinden aldığı destekti. Çok küçük bir ulus olmasına rağmen Rusya’nın desteği ile devlet sahibi oldu. Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Sırbistan hiç biri ne Kürdlerin sahip olduğu nüfus potansiyeli ne de ülke topraklarının genişliğine sahipti. Ama Kürdler hiç bir şeye sahip olamadı ve İsyanlar tarihi boyunca soykırım yaşadı. Ama Kürd ulusal kurtuluş hareketinin dünya genelinde  desteği bırak tam tersine bastırmak için Osmanlının yanında büyük devletler yer aldı. Peki neden?  Kürdler Rus kapısını çalınca karşılarında Ermenileri buldular, İngiliz, Fransız, Amerikan kapısını çalınca Türk iktidarının yanında Ermenileri karşısında buldular. Kürdler uluslararasında hep bir duvara çarptı. Kürdler hakkında olumsuz bir propaganda vardı. Binbaşı Noel durumu şöyle tespit ediyordu: “Talihsizliğe bakın ki Kürtler, Avrupa’da ilkel, barbar ve “hayattaki tek işleri sadece Ermenileri öldürmek” olarak biliniyorlar. Bu yanlış kanaat Avrupa’da yaygınlaşmış ancak Kürdistan’ı ziyaret eden Avrupalı seyyahlar dönüşlerinde Kürtlerle ilgi çok iyi izlenimler edinmişlerdir. İngilter’de kilise yayın organları ve güçlü Ermeni cemiyetleri Kürtler için olumsuz bir kamuoyu oluşturmuşlardır.” (s. 159)

Başta Talat Paşa olmak üzere Osmanlı ve devamı olan Türk devletinin kadroları yazar ve çizer takımı soykırımı inkar ederken bu teze sığınıyorlar. Doğu’da (Kürdistan’da) yerel bir halk çatışması gibi göstermek istiyorlar. “Kürdler ve Çerkezler Ermenilerin başı bozuk çeteleriyle çatışıyor”.

Soykırımın mimarı Talat Paşa’nın defterinde: “924.158”dir. (40)  Kürdistan’daki Ermenilerin nüfusu 300.000 civarıdır. Bunların Rusya sınırına yakın kısmı Rusya’ya çekilmiştir. Yani devlet tarafından tehcire tabi tutulan(öldürülen ve ölüme yollanan) üçte ikisi Kürdistan sınırlarının dışındadır. Türkler rakamı küçülterek suçlarının hafifleteceğinin düşünse de rakamın büyümesi ya da küçülmesi suçu hafifletmiyor, bu ayrı... Ama diğer bölgelerdeki Ermeniler hiç sözkonusu edilmiyor. Sanki olay tek başına Kürdistan’da cereyan etmiş gibi maksatlı popüler bir önyargı yaratılıyor.

Bazıları da ekonomist bir bakış açısıyla, çok “derin tahlillerle” sorunu mal mülk derecesine indirgiyor. Bir kaç “çapulcunun yağma”sıyla, bir mülkiyet kavgası derecesine düşürüp yukarıda açıkladığımız siyasi hedeflerden yalıtmak istiyor. Ekonomik güdüler, basitçe birinin elindeki malı mülkü almak değil, “ulusal devlet”in varolması ve egemenliği sözkonusu,  geniş anlamda ekonomik ve siyasi iktidar hesabıdır. Burada yağma, talan, çapulculuk olmuştur. Devlet suçlu kişileri veya sıradan insanları “büyük hedeflerine” erişmek amacıyla bunları kullanmıştır. Ama soykırımın boyutları buraya sığdırılamaz. Ermeni soykırımı büyük bir olaydır bu da sıradan halkın yapacağı bir şey değildir.

Her şey ortada. Ben meslekten tarihçi değilim. Bunu görmek için tarihçi olmak gerekmiyor. Ama bu konuda tarihçilerin, uzmanların yazdığı çok sayıda kaynak var. Canlı tanık var. Belge , bilgi , Osmanlının egemen olduğu topraklarda Ermenilerden  kalan tarihi yerleşim yeri, malı ve mülkü var. Bu mal ve mülklerle ilgili devlet el koymasının yasal zeminini oluşturmak için çıkardığı kanunlar var. Bunun üzerine tez çalışmaları var.

Bir insanı öldürmek suçu cezalandırılırken, bir halk katliamının cezalandırılması gerekir, noktasından hareketle dünya’da soykırım kavramını(Genocide) ilk kez 1944’de Polonya Yahudisi bir hukukçu Raphael  Lemkin gündeme getirirken, Ermeni Soykırımından hareket etmişti. Ama burada işaret ettiği önemli bir nokta var. Soykırımı yapanlar, suçunu inkar ederler asla kabul etmezler bahaneler ileri sürerler diye ekler.

Osmanlı ve mirasçısı TC bu suçtan kendini muaf tutarken soykırımın inkarına gitmektedir. Sorunu tarihçilere “havale” ederek gündemden uzaklaştırmaya çalışmakta ve unutturmaya çalışmaktadır.

Birinci Dünya savaşı içinde, Osmanlı devletinin yönetici ve işbirlikçilerinin savaş ve insanlık suçu nedeniyle yargılanacağı  itilaf devletleri açıktan tehdit olarak deklare ettiler. Ama savaş sonrasında soykırımı yapan “suçlulara” bir vatan bahşederek ödüllendirdiler. Ermeni, Kürd ve Rum soykırımı yapan Türkler ceza yerine mükafatlandırılınca bu tutumlarını sürdürmekte artık hiç bir sakınca görmüyorlar. Bugün de Kürd soykırımına devam ediyorlar.

Kürd aydın ve politik çevrelerinde sadece Ermeni jenosidi konusunda değil genel olarak ortak ulusal tarih bilincine sahip değiller. Mazlum bir halkı götürüp “kardeşlik hikayesi” ile Türklerin kanlı tarihine “ortak” ederler.

Tarihte bazı milletlerin isimleri insanın zihninde duygu dünyasında bazı çağrışımlar yapar. Mesela Ermeni deyince insanlık tarihinde o güne kadar görülmemiş bir soykırım gelir, aynı şey Yahudiler ve Kürdler için de geçerlidir. Ermeni soykırımı tarihi bir olay olarak bütün dünya tarafından biliniyor, tanınıyor.  Kürdler ise zamana yayılmış, geçmişten günümüze devam eden bir soykırım altında ama görmezlikten geliniyor..

Bu iki milletin kaderi böyle olmayabilirdi. Bir söz vardı: “Ne yazık ki insan kendi tecrübesinden öğreniyor”. Aynı şekilde ne yazık ki milletler kendi tarihlerinden öğreniyor. Ama bazı olayları tecrübe etmek çok trajik.. Belki bazı milletler hafızasını diri tutarak öğreniyor ama biz Kürdler hafızamızı yitirdiğimiz için tecrübelerimizden de öğrenemiyoruz.

Kürdler ve Ermeniler Osmanlı boyunduruğu altında yaşayan diğer milletler, Yunanlar, Bulgarlar, Arnavutlar, Sırplar, Araplar vb. gibi yaklaşık 500 yıl yaşadılar. Diğer uluslar soykırımlar, katliamlar yaşasa da ulusal bağımsızlıklarını elde ettiler.  Ermeniler de Kafkasya’da bir devlet sahibi oldular. Ama Kürdler ise büyük nüfusa ve atalardan gelen büyük bir ülkeye sahip olmalarına rağmen hiç bir şeye sahip olamadılar. Bu kaderi değiştirmenin zamanı gelmedi mi?

Binlerce yıl birlikte yaşayan Kürdler ve Ermeniler, Osmanlı boyunduruğu altında ezilen iki ulus olarak, ortak düşman olan Türklere karşı ittifak yapmalıydı. Her iki ulus da diplomatik oyunlardan ve yabancı büyük güçlerin vaadlerinden  çok birbirinin dostluğuna önem vermeliydi. Birlikte yaşamanın, birlikte mücadele etmenin meyvelerini toplayabilirdi.  O zaman kaderleri farklı olabilirdi. Bugün Türk egemenliği altında Ermeni sorunu “kökten halledildi”. Ama Türklerin düşmanlığı bitmedi dünyanın neresinde olursa olsun her kürdün düşmanı olduğu gibi her Ermeninin de düşmanıdır. Ermenistan devletinin düşmanı yine Türk devletidir.

Ermeni Aydınları ve devlet yöneticileri Kürd düşmanlığı geliştiriyorlar. Kürd ulusunu inanç, lehçe, ve yöresel özellikleriyle bölmeye oynuyor, onu bir ulus olarak görmeme çabasını sürdürüyorlar, bundan ne umuyorlar anlamak çok zor! Halbuki kendi ülkesine komşu Laçin bölgesinde.1993’de 100 binlerce Kürdü yerinden sürüp, Kelbajar’da 15 bin Kürdü katletme yerine birlikte yaşamanın ortamını oluşturabilir, bir Kürd oluşumuna gidebilirdi. Bunun önünde bir Engel var mıydı? Hayır. Ermenistan’a bağlı en azından kültürel haklarına sahip bir otonomi de olabilirdi. Bununla bütün Kürdlerin desteğini, dostluğunu kazanırdı. Bu Kürdlere karşı kin ve nefret politikasının devamında hangi stratejik çıkarlar umuluyor, bilinmeyen bir muamma(!)

Ermenilerin Türklere kin duymaları anlaşılır bir şeydir. Eğer düşmanlıklarını Kürdlere yöneltirlerse başarılı olamayacağını belirten Noel şu gerçek tespitleri yapar:

“Birinci neden: Ermenilerin, Kürtlere yönelik katliamları büyük bir Kürt kitlesinin yok olmasına neden olmuştur. Bunun inkarı imkansızdır. Ermenilerin kendi elleriyle imha ettikleri Kürt yörelerini kendi gözlerimle gördüm.

İkinci neden: Hiç bir zaman Kürtler, Ermeni soykırımından sorumlu tutulamazlar. Bu durum Türklerin dayatmasıyla olmuştur. Türklerin baskısı olmadığı zaman Kürtler, Ermenilerle çok iyi arkadaşlık yapıyorve çoğu zaman onları ölümden kurtarıyorlardı.”(s.175-176)

Bir yarışta tarih sadece galipleri kaydeder. Mağlupları kimse hatırlamaz bile..Yukarıda keçi örneğinde olduğu gibi bütün “günahlar” da mağlup olana kesilir. Kürd olmanın ağır bir bedeli vardır. Kürde dost olmanın “bedeli” olmakla birlikte hiç bir getirisi yoktur. Ama Kürde düşman olmanın piyasada değeri vardır. Ayrıca mağlup, mağdur ve ezilenin karşısında  galip egemenin yanında saf tutmak çok kolaydır ve mükafatlıdır. İhanet de buradan beslenir.

 

 

Dipnotlar

  1. ) Bakınız, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. YY’dan Günümüze Ermeni Kürt İlişkileri, Garo Sasuni Med Yayınları, İstanbul, 1992
  2. Türkler Ermeniler Kürtler sf. 37 Ersal Yavi 2001
  3.  Aktaran: Fikret Adanır, “Ermeni Meselesi”nin Doğuşu, 1915 Siyaset, Tehcir, Soykırım. Sf.33 Türk Tarih Vakfı Ekim 2015
  4. sf.60-61  Garo Sasuni, age, s.60-61
  5.  Moltke ,Aktaran Garo Sasuni sf.63
  6.  Age.sf.64
  7. Age. Sf.65
  8.  sf.113-114 “Eski Rejim”de Ermeni Nüfus Meselesi, 1828-1908 Fuat Dündar 1915 Siyaset, Tehcir, Soykırım  Tarih Vakfı yayınları,2015
  9. Aktaran, Fuat Dündar, age.
  10.    Belge No. 340/1 Aktaran Ersal Yavi, Türkler Ermeniler Kürtler sf.xııı, Yazıcı Basım Yayıncılık...Ağustos 2001
  11. )  sf.844 Milliyetçilik, Kürd Milliyetçiliği ve Kürd Hareketi (1898-2000), Hamit Bozarslan
  12.   1.Dünya Savaş’ında Kürdistan, Kemal Mazhar Ahmed s. 255, Doz Yayınları Ekim 1996
  13. Aktaran Fikret Adanır, Ermeni Meselesinin Doğuşu, 1915 Siyaset, Tehcir, Kırım sf.9
  14.  Selim Deringil, Abdulhamid Döneminde Ermeni Meselesi, 1915 Siyaset Tehcir Kırım, s.106
  15.   Sultanın bu düşünceleri 1893 tarihlidir. Aktaran Stephan H. Astourian, Toprağın Sessizliği, Tarımsal İlişkiler, Etnisite ve İktidar, Soykırım Meselesi Tarih Vakfı Mayıs 2015
  16.   Kürt-Ermeni İlişkileri Mayevsriy V. T.sf. 121 Sipan yayıncılık, Ocak 1997
  17.     1895-1896  Katliamları: Doğu Vilayetlerinde Cemaatler Arası “Şiddet İiklimi” Ve Ermeni Karşıtı Ayaklanmalar” , Edip Gölbaşı 1915 Siyaset Tehcir ve Soykırım sf.142 Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2015
  18.   Hendek olaylarında aynı durumu PKK/KCK olaylarında gördük. Sonra bir baktık ki 7-8 bin civarında Kürd kadledildi.
  19. Aktaran Garo Sasuni
  20. Garo Sasuni sf. 132
  21. ) Aktaran: Henriy Kissinger , Diplomasi sf. 17 T. İş Bankası yayınları Mayıs 1998
  22.   19. Yüzyılda Kürdistan’ın Sosyo-Kültürel Yapısı, Kürt –Ermeni İlişkileri, Mayevsriy V. T. Sf.119 Ocak 1997 Sipan yayıncılık, Kitabın orijinal yayın tarihi 1904
  23. Garo Sasuni sf.144
  24. Garo Sasuni sf.146
  25. Garo Sasuni sf.139
  26. Garo Sasuni sf.139
  27. sf. 336, Devrim içinde Devrim: Ermeni Örgütleri ve İttihat-Terakki İlişkileri, 1908-1915, Yektan Türkyılmaz, 1915 Siyaset, Tehcir, Soykırım
  28. Sf.330 Aktaran Yektan Türkyılmaz, Devrim İçinde Devrim: Ermeni Örgütleri ve İttihat –Terakki İlişkileri, 1908-1915 ,1915 Siyaset Tehcir ve Kırım Tarih Vakfı Yurt Yayınları 2015
  29.   Abdulaziz Yemluki, Kürdistan, Kurd ihtilalleri 1946 . aktaran, Kemal Mazhar Ahmed sf.259
  30. Genosid Armyan, sf.255.. aktaran , Kemal Mazhar Ahmed, sf. 259
  31. Garo Sasuni age. Sf. 163
  32. Aktaran Kemal Mazhar Ahmed age, sf.259
  33. Binbaşı Noel’in Günlüğü, sf. 21
  34. .”  E.H. Keeling age. S.209. Aktaran Kemal Mazhar Ahmed,sf.271
  35. Fuat Dündar, age, sf.404
  36.   sf. 418, Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin şifresi ...4.baskı 2010, İstanbul
  37. Garo Sasuni sf.166
  38. Garo Sasuni sf.168
  39. Jenosid’in tanımı: “bir milletin, etnik, dini bir grubun veya bir ırkın tamamını veya bir bölümünü yok etmek amaçlı yapılan aşağıdaki davranışlardır:
  1. Grup üyelerini öldürmek;
  2. Grup üyelerine ciddi fiziki veya zihinsel zarar vermek;
  3. Grup üyelerini bilerek tamamen ya da kısmen fiziksel yok oluşa götürecek yaşam şartlarına tabi tutmak;
  4. Gruptaki doğumları kasıtlı olarak engellemek;
  5. Grubun cocuklarını zorla başka bir gruba transfer etmek.

Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne göre bir eylemin soykırımı olarak nitelendirilebilmesi için, belirli bir insan topluluğunun, milliyeti, ırkı, etnik kökeni veya dini dolayısıyla tümnün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetinin bulunması gerekir.” Demek ki belli bir amaç ve plan dahilinde hareket eden bir organizasyon devlet, örgüt, ordu vs. gerektirmektedir.

  1. Aktaran Osman Aydın, sf. 64

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeni Yorum yaz

The comment language code.

Restricted HTML

  • Allowed HTML tags: <a href hreflang> <em> <strong> <cite> <blockquote cite> <code> <ul type> <ol start type> <li> <dl> <dt> <dd> <h2 id> <h3 id> <h4 id> <h5 id> <h6 id>
  • Lines and paragraphs break automatically.
  • Web page addresses and email addresses turn into links automatically.
CAPTCHA
This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.

Category