STRATEJ VE VİZYONER OLAN NAWŞİRWAN MISTEFA’YI TANIMAK!
(Vefatinin 40. gününde O’nu anmak)
Mehmet Müfit
Kendi döneminin fikir kuramcisi, örgütleyicisi, eylemcisi ve tarih yaraticisi olmak her kese nasip olacak bir durum değildir. Kendi milletinin ve ülkesinin geçtigi tarihi momentlerde lafini yüksek sesle haykirarak eylemiyle yol açan, davayi daha ileri aşamalara taşiyan liderler enderdir. Nawşirwan Mistefa böyle birisiydi.
Güney Kürdistan’da hadisenin içinde olupta kendisini seven yada sevmeyen bütün aydinlar onun son derece zeki ve büyük bir entellektüel olduğunu size söyleyebilirler. Geriye biraktiği onlarca siyasi ve tarihi eser yani sira, esasinda O, ulusal kurtuluş hareketine fikirsel ve pratiksel önderlik eden birisiydi. Bir çok kişi bunun abartili olduğunu düşünebilir, ama güneyin tarihini bilenler ve siyasi yaşaminda bulunmuş olanlar bunun böyle olduğunu bilirler.
Bağdat üniversitesinde «Siyasal Bilgiler Fakültesini» bitirdi. Avusturya’da mastir yapti ve «siyaset ve gazetecilik» üzerine doktora çalişmasinin ikinci senesinde «Peşmerge savaşini» Mam Celal’la birlikte yeniden başlatmak için Kürdistan’a döndü. Arapça, Almanca, İngilizce, Farsça dillerine hakimdi ve bütün eserlerini ise Kürdçe yazmiştir. «Komala Rençdaran» örgütünün kurucularindan ve önderlerinden birisiydi. 1975’te ise Mam Celal önderliginde YNK’yi kurarak peşmerge savaşinin yeniden başlatilmasina önderlik etti. YNK’den ayrilip «Gorran Hareketini» kuruncaya kadar Peşmerge komutani olarak bu görevini sürdürmüştür. YNK içinde «ikinci kişi», güneyde ise en çok sözü geçen ve dinlenen «üçüncü kişilik» konumundaydi. Ama entellektüel olarak ilk sirada yer aliyordu.
Kendisini ilk defa 1989‘daki «Paris Kürd Konferansi» sirasinda tanidim. Son derece sade mütevazi giyimli olmasina karşin, Kürdistan tarihine ve siyasete hakim olmasi, açik sözlü olmasi dikkat çekiciydi. 1990’da doğu-Kürdistan’da «Kasma-Reş»teki «Mektebê-Siyasî»de bizleri alti ay boyunca misafir etmesi ve dostluk espirisi çerçevesinde yardim sunmasini «vatanseverlik görevi» olarak bizlere açiklamişti. Felsefeden, tarihten ve siyasetten konuşmayi her zaman tercih ederdi. Bu yönlü oldukça uzun konuşmalarimiz oldu; bu yolla bizleri ve «idrak etme» kapasitelerimizi de ögrenmek istiyordu. «Boş insanlar» olmadiğimizi Mulazim Ömer’e söylediğini duyduk sonradan. Bize ilişkin her zaman açik ve samimi davrandi ve bizleri Iran rejimine karşi korudu.
«Kürdlerde inferiorité duygusunu» ve kendini düşmanindan «küçük görme ruh halini», Kürd liderlerinin kendilerini düşman liderleri karşisinda «küçük kardeş» olma psikolojisiyle hareket ettiklerini bir yöneticiden ilk defa ondan duymuştum. Bu bakima O, diger lider kadrolardan farkliydi.
«Körfez savaşi» döneminde, ayaklanmayi diğer siyasi partilere dayatan ve onlari ikna eden Nawşirwan Mistefa’ydi. Buna bizzat şahit olduk. «Biz bir daha Irak’i başka devletlerle savaş halindeyken ‘arkadan’ vurmayacağiz, daha önce yaptiğimiz hatalara düşmeyeceğiz» diyen PDK önderlerini ve diğer kararsizlik geçirenleri peşinden adeta sürükledi. Irak Baas rejiminin uluslararasi güçlerle çatişmasinin derinliğini ve kapsamini gördü ve mevcut durumdan yararlanilmasi gerektiğini savundu. Kisacasi, «Raperîn»in mimari ve önderi Oydu.
1992’de güney-Kürdistan’da PDK ve YNK arasindaki sorunlarin son bulmasi ve devletleşmek için «bir tek askeri ordu», «bir tek istihbarat örgütü» ve «bir tek idare» kurulmasi için proje hazirlayip her iki partiye sunan Nawşirwan Mistefa’ydi. Arkadaşlarima ve bana, bu projesini Mam Celal ve Kak Mesud’un red ettiklerini bizzat kendisi söyledi. Tarih, onun ne kadar hakli olduğunu hepimize gösterdi.
Daha sonraki dönemde ise, açilan Kürdistan Parlamentosu’nun doğru ve demokratik bir tarzda çalişabilmesi için, her iki siyasi partinin liderlerinin Parlamento faaliyetine doğrudan katilarak görev almalari gerektiğinin önerisini yapanda oydu. Böylelikle, iki partinin «Polit Büro»larinin parlamento üstü olmalari ve asil yönetim erki olmalari haline son verilebileceği siyasetini oluşturdu. Ancak, YNK ve PDK’nin direnciyle karşilaşti. Bunun üzerine, 1994‘ten önce, «ben hirsizlarin önderi olmayi red ediyorum» diyerek yurt dişina çikti. O dönemdeki «iç çatişmalarda» yer almadi. Bir kaç yil sonra Mam Celal onu ikna ederek Kürdistan’a dönmesini sağladi.
2003’te ABD’nin Irak’a girmesiyle birlikte Kerkük’ün kurtarilmasina öncülük etti. Bütün tapu ve nüfus kayitlari ve belgelerine el koyarak Süleymaniye’ye taşitti. Ne var ki, bütün israr ve dayatmalarina karşin, Mam Celal ve Kak Mesud’un kendisine büyük baskilar yaparak Pesmerge güçlerinin Kerkük’ten geri çekilmesine neden olduklarini bizzat bana anlatti. ABD’nin her iki partinin önderlerine yaptiği baskiya direnilmediğini ve peşmerge güçlerini vuracaklarina ilişkin tehditlerinden çekindiklerini söyledi. Nufus ve tapu kayitlarini ise bütün baskilara rağmen vermediğini anlatti ve her denileni yapmak zorunda olmadiklarini belirtti. Sonuça, baskilara karşi direnmemenin büyük bir hata olduğunu söyledi. Güney Kürdistan’daki ulusal kurtuluş savaşlarinin merkezinde «Kerkük sorunu» olduğunu, o bakima ele geçirilen Kerkük’te «fiili bir durum» yarattiklarini ve orada kalmak gerektiğini söyledi. Bu sorunda da hakli çikti; Kerkük sorunu hala sürüncemede kalmaya devam ediyor.
Kürdistan’in Federasyon olmasini ilk formüle eden de O ve Mam Celal oldular. Federasyon olmayla bağimsizliğin alt yapisi oluşturulabilir fikrine sahipti. Sonraki süreçte ise, YNK içinde palazlanmaya karşi çikarak «parti içi» mücadele yürüttü. PDK ve YNK’nin «iki başli» yönetimlerine, rüşvet ve kayirmaciliklarina karşi çikarak açik mücadeleye girişti. Bunun için bir «Reform programi» oluşturdu ve YNK Polit Buro’suna Mam Celal’a rağmen kabul ettirdi. Amaç, önce YNK’yi reformdan geçirerek rüşvet ve kayirmaciliğin önüne geçmeyi, adil bölüşümle refah seviyesini yükselmeyi, böylelikle PDK’yi de oluşturulacak demokratik sürece katmayi tasarliyordu. Bu «reform politikasi projesiyle», Kürdistan toplumunun demokratikleşebileceğinin hesabini yapmişti Nawşirwan Mustafa.
Ne var ki; Mam Celal önce bu projeyi kabul etmesine rağmen, daha sonra YNK içindeki çikar gruplarinin birleşerek Nawşirwan’in «reform programini» boşa çikarmalarinin önüne geçmedi. Bunun üzerine, Nawşirwan YNK’den ayrilarak Gorran hareketini kurdu ve yapilan seçimlerde ikinci büyük siyasi güç olmayi başardi. Bu süreçte PDK ve YNK, «iki başli» yönetimleriyle güney Kürdistan’i adeta talan ettiler. Şayet, Nawşirwan Mistefa’nin «reform programi» YNK’de uygulansaydi bu gün güney Kürdistan çok daha farkli bir yerde olurdu ve yaşanan olumsuzluklar bu düzeyde olmazdi.
Nawşirwan’in kaybi oldukça büyüktür; onu tanimayanlarin, hiç bir kitabini yada makalesini okumamiş olanlarin, değişik konularda televizyon konuşmalarini dinlememiş olanlarin oldukça basit ve tamamiyla ön yargiya dayali temelsiz eleştirilerini, ona düşmanca saldirmalarini anlamak zordur. (Kendim dahil, biz kuzeylilerin onun kitaplarini ve makalelerini okuma şansina sahip olmadiğimiz büyük bir eksikliktir). Apolitik ve cahil, Kürdlük bilincinden mahrum olanlarin söyledikleri ciddiye alinmaz elbette ama okumuş, «fikir üreten», siyaset yaptiğini iddia edenlerin Nawşirwan Mustafa’ya saldirmalarini anlamak mümkün değildir.
Nawşirwan Mustafa’ya yaklaşim sorunu, nasil bir Kürdistan istendiği sorununa yaklaşimla ilgilidir. Ne isteniyor? Onu eleştirip düşmanca mahkum edenler ne istiyorlar; rüşvet ve kayirmacilikla Kürdistan mi kurulacak, zenginlik kaynaklarinin adaletsiz bölüşümüyle Kürd toplumu mu kalkinacak? Anayasasi bile olmayan, «aile oligarşisi» ve çikar gruplarinin hakim olduğu, siyaset ve düşünce özgürlüğünün olmadiği yani kanunun hükmetmediği bir oluşum mu isteniyor? Nawşirwan Mustafa, demokrasi, kanunun hükmettiği siyasi bir düzen, zenginlik kaynaklarinin adaletli bölüşümünü savundu. Bağimsizliğin önündeki en büyük engelin çikar gruplarinin yön verdiği bölünmüşlük olduğunu her defasinda o söylemiştir. Ona hakaret etme cehaletinde bulunanlar neden onun düşüncelerini ve savunduğu siyaseti eleştiremiyorlar?
Onu, «Iranci» olmakla mesnetsiz bir şekilde eleştirenler, Mesut Barzani ve PDK’nin Türkiye ile olan ilişkileri karşisinda sus-pus olmuş konumdadirlar! Nawşirwan Mistefa’nin Iran’la ilişkileri askeri ve ticarete dayanmayan, ama PDK’nin Türk devletiyle olan ilişkilerini dengelemek için sürdürülen ilişkilerdir. Siyaseti bilmeyenlerin bu durumu anlamalari mümkün değildir. Birbirlerine muhalif olanlarin «çevrede» kendilerine dayanak aramalari siyasi planda «doğaldir». Normal olmayan, ilişkinin içeriği ve kapsamidir. Ne var ki, Kürdlerin bir devlete sahip olmadiklarindan kaynaklanan konumlarindan dolayi, düşman devletlerle olan dengesiz ve eşit olmayan ilişkileri tarihsel olarak hep çelişkili, tartişmali ve aleyhimize olmuştur. «Çevre» devletlerle ilişkileri düzenleyen ve yön veren müşterek ulusal siyasetten yoksun olunmasi, bütün siyasi partilerin riayet ettikleri bağlayici bir anayasanin, kanunun olmayişi her zaman bütün süreçlerde Iran ve Türk devletleri arasinda sikişip kalinmasina yol açmiştir. Bunu baştan beri bilen ve çare arayan Nawşirwan Mistefa olmuştur; 1992’de PDK ve YNK’ye «bir tek ordu», «bir tek istihbarat» ve «bir tek yönetim» siyasetini öneren ve sonuna kadar bunun mücadelesini veren oydu. Hangi akli başinda Kürd bunun yanliş olduğunu çikip savunabilir?
Ne Nawşirwan Mistefa Iran «uşaği» ne de Mesut Barzani Türkiye «uşaği» değildirler. Yapilan siyasettir. Farslar ve Türklerle kurulan ilişkiler çerçevesinde siyaset yapmak oldukça zor ve çoğu vakit aleyhte tehlikeler taşimiştir. Bu gerçeği hangi Kürd bilmiyor? Bilinen tehlikelere rağmen örneğin Mam Celal her firsatta onlari atlatmasini bilmiştir. Zaten Ortadogu’da başka türlü siyaset yapilmaz, bunu önceden bilmek gerekiyor. Bu yüzden, Farslar ve Türkler her zaman Mam Celal’den nefret etmişlerdir. Ne var ki, söz konusu düşman devletlerle olan ilişkilerin kapsami ve aldiği boyutlar doğrumudur? Hayir. Düşmanlik yapmadan elbetteki eleştirilmesi gerekiyor. Bir çoklari eleştiri adina düşmanlik yaptiklarinin farkinda bile değiller.
O bakima, Kürdistan’i ileriye taşiyacak, onun her bakimdan yükselişini sağlayacak bütün bu temel sorunlarda Nawşirwan’i eleştiremeyenler nasil oluyorda son derece ucuz ve düşmanca saldiriyorlar? Demokrasiyi, insan haklarini, adaleti Kürdlere çok gören tapinmaci bir çok bilinçsiz insanin tamamiyla önyargiya ve desinformationlara dayanarak Nawşirwan Mistefa’ya hakaret etmeleri ve düşmanlik yapmalarinin Kürdlük bilinciyle alakalari olamaz. Ayni durum Mesut Barzani için de geçerlidir.
Neyin doğru, neyin yanliş olduğunu idrak edemeyenlerin, gerekli bilinç ve kapasitede olmayanlarin, Kürdlük ve tarih bilincinden mahrum olan insanlarin Nawşirwan Mistefa’nin ölümüne ilişkin takindiklari cehalet ürünü tavirlari ibret vericidir. Bir Kürd liderinin, bir Kürd entellektüelinin ölümü, kaybi karşisinda en sade biçimiyle sadece üzüntü duyulur.
Denilebilir ki, Onun varliği, güneyde bir denge oluşturmuştu. Nawşirwan Mistefa’nin kaybi hiç mübalaasiz Kürdistan’da entellektüel ve siyasi planda bir boşluk yaratti. Oldukça zor ve kritik olan bu süreçte vefat etmesi güney Kürdistan’da önder ve gerçek manada lider sorununu yaratti. Güney Kürdistan gerçek tarihi liderini kaybetti. Ölünceye kadar «intègre» (bütünlüklü) yani dürüst, hiç bir maddi «hile-hurdaya» bulaşmamiş bir önder olarak, rüşvet ve kayirmacilikla asla satin alinmayacak biri olarak sade yaşamini sürdürdü. Bütün siyasi yaşaminda, «népotisme» ve «rüşvete» karşi mücadele etti. O, bütün yönleriyle temiz kalmayi başarmiş bir lider olarak anilacaktir. Vizyon sahibi ve temiz olmayi başaran bir liderini kaybetti Kürdistan. Kürdistan davasina yaptiği büyük hizmetlerinden dolayi anisi önünde saygiyla eğiliyorum. 29.06.2017
Mehmet Müfit